Bu sabah bu ülkeyi terketmek istedim. Bir kaç parça eşya alarak yanıma, kızım ve eşim gidelim istedim. Arkamıza bakmadan, vedalaşmadan.
Başlıkta bu sabah dedim ama konu dün akşama uzanıyor esasen.
Dün akşam tocayla yaşadığımız fikir ayrılığından kaynaklı, Lâl odaklı bir tartışma sonrası mutsuz uyanılan ve yine yağmurlu bir İstanbul sabahı... Üzerine Radyo D’de her sabah dinlediğimiz Uğur Dündar sohbeti... Bu sefer sohbetten öte isyanı.
Bu isyanı dinlerken işte... gitmek istedim... terk-etmek. Ülkeme, yönetenlere, yönetmeye aday olabilecek insanlara, kanuna, hukuka, kutuplaşmaya, teröre, yargıya; bir ülkeyi memleket yapan tüm değerlere olan inancımı kaybettiğimden çekip gitmek. Kızımı başka bir ülkede de büyütebilirim elbet. Haksız mıyım?
Genel seçim havasına sokulan yerel seçimlerden, seçmen adaylarının birbirlerine terbiye sınırlarını aşan hakaretlerinden, seçim bayraklarıyla panayır yerine dönen sokak ve caddelerden, kapı kapı dağıtılan kömür, beyaz eşya vb. türevlerin sosyal yardım adı altında sadaka ekonomisi yapılmasından...
Burada bir parantez açmak lazım; [Tunceli’ye 4 trilyon değerinde beyaz eşya yardımı yapıldı, bu parayla bu şehire istihdam sağlayacak yeni iş kolları kurulamaz mıydı? Kurul-a-mazdı tabii, uzun vadede geri dönüşü olan istihdamın seçim sandığına nasıl bir etkisi olabilir ki?]
İstanbul’da seçim söylemi olarak metrobüs hattının trafiğe olumlu etkilerinin gözümüze gözümüze kakılmasından. [“Tercihli yol”un adını da metrobüs yaptılar ya... yedirdiler ya...]
Ülkeyi sata sata bitiremediler, başbakan “toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya” diyebildi. Yüzü kızarmadı. Türk Telekom’u Arapların, Türkiye Finans’ı Kuveyt’in, TEB Fransız’ın, Fox’u ABD’nin, Turkcell’i Fin-Rus ortaklığının kucağına bıraktılar, yetmedi 2B arazi yasasını çıkardılar. Satışlarından 25 milyar dolar bekleniyormuş. Acaba bu parayla hangi sektöre yatırım yaparlar? Yumurta tozu mu? Armatörlük mü? ÖTV’den muaf pırlanta işi mi?
18 çocuğun yaşamını yitirdiği olayla gündeme gelen kaçak kuran kurslarına ceza indiriminin iptalini içeren yasa önerisi reddediliyor. Bu faciada kızı yaralanan bir baba “kızım baleye, diskoya mı gitti sanki, neden abartılıyor?” diyor. [Çocuğu bale yapan, danseden anne babalar tü-kaka, çocuklar potansiyel arsız!]
Başbakan bir mitinginde derdini anlatmaya çalışan çiftçiye “ gözünü toprak doyursun” diyor, başka bir mitingde “parasızlıktan böbreğimi satıyorum” pankartı taşıyan vatandaşa burası sakatatçı dükkanı mı? diyor. [Buna yorum bile yazamıyorum!]
Newsweek’in geçen haftaki kapak konusu “AKP kendi derin devletini kuruyor” şeklinde. [e h(g)ukuk devletinde kadrolar tamam, 3 yılda 4.900 küsur atama yapılmış, bu sayı Ecevit Hükümetinde 2,5 yılda 1.600 atama. Sıra derin devlette! ]
En son dün akşam radyodan dinlediğim isyan da tuz biber oldu işte. Yargıya olan güvenin sarsılması. O kadar güzel açıkladı ki Uğur Dündar : “Vicdanı nasırlaşmamış cesareti prangalanmamış bütün hukuk adamlarına sesleniyorum; biri bizim namusumuzla oynarsa bunun hesabını yargıda sorarız. Ama yargı bunu yaparsa ne yapacağız??”
Bu soruya cevap veremedim işte. "Deniz Feneri " olayının Türkiye'deki uzantıları hakkında bile herhangi bir dava açamayan yargı, adalet, h(g)ukuk sistemi karabasan gibi çöktü üzerime.
“Kızını da, kocanı da al git” dedi. [Saygılar Başbakanım]
Not: aile içinde bu görüşlerimizi sık sık dillendirsek de, bu konuları kızımın bloguna yazma gayretinde olmadım hiç. Bu sabaha kadar. Bugün yazmak istedim, kızım günün birinde bunları okuduğunda onun geleceğiyle ilgili, kendimizle ilgili nasıl kaygılar taşıdığımızı bilsin istedim.
Read more...