Biraz binsin, bir kaç kare resim alayımdı çıkış noktası
Maneje girdik öncelikle, hani görsün de aşina olsun ne yapacağına diye...
Sessiz ve dikkatlice izledi.
Sen de binmek ister misin dedim, keskin bir [istyiyoyum] cevabı aldık.
Öğretmeni Saadet Hanım’la konuştuk, olurunu aldık.
Vakit gelince Pony’si geldi.
Kasketini giydirdik ve öğretmeninin yardımıyla bindirdik.
Önce dokundu Pony’sine, okşadı, konuştu onunla...
Çok sürmedi arkasını dönüp gitmesi...
Bakmadı hiç arkasına.
Uzaklaştı gitti.
Elimde fotoğraf makinesiyle, babasının endişeli bakışlarıyla bekledik bir tur, iki tur, üç tur...
Kumların arasında ne olduğunu göremediğimiz birşeyler topladılar öğretmeniyle, sonra onları manejdeki kovaların içine attılar. Top falan herhalde, oyun oynuyorlar dedik...
Pupaların arasından geçtiler.
Ritimli yürüdüler.
Ritimli giderken vücudunun nasıl durması gerektiğini, dizgin kontrolünü, ponysini cesaretlendirecek dokunuşlar yapmayı öğrendi...
Süre doldu.
Gerçek bir öğrenci gibi ineceği için hiç mızmızlanmadı, söyleneni yaptı ve indi.
[Bi daha gelelim annecim, geliyken eymayla havuç getiyelim, söz veydim ben ponyme] dedi.
Meğer kumların arasında bizim top zannettiğimiz şeyler meyveymiş. Meyveleri toplayıp kovalara atmışlar atlar sonra yiyebilsin diye.
Ahh be annecim biz nereden bilelim ki?
Biz senin yaşıdayken bildiğimiz tek at Red Kit’in sadık beyaz atı Düldül’dü.
Onu da izleyebilmek için televizyonu bir saat önceden açmalıydı ki tüpü ısınsın da tv açılsın : )
Read more...