2009′a girerken… Ayşe Lâl’i takdimimizdir!

31 Aralık 2008

Videoyu sayfaya embed etmeyi beceremedim, biraz zahmetlice ama tıklamaya değer :))

Read more...

Mutlu seneler…

Herkese mutlu seneler!



Daha güzel, daha neşeli, daha huzurlu, hep sağlıklı,


bol seyahatli, sık süprizli bir yıl dileğiyle.

Read more...

Beşiktaş’lı olunmaz, Beşiktaş’lı doğulur!

30 Aralık 2008



Ben hamileyken zaman zaman Lâl’e babası ve ben şarkı söylerdik: Bir küçücük aslancık varmış, yağmur yağıyor seller akıyor, jingle bells ve beşiktaş marşı bunlardan bazıları.

Geçtiğimiz akşam geç saatlerde arabayla eve dönüyoruz. Lâl’in de uyukusu sıktığı için ve araba koltuğunda konforlu uyuyamadığından mızıldanma başlar.

Anne: bir küçücük aslancık varmıııış, kırlarda ko ko koşar oynarmıııış.
Baba: 1903’de doğdu aşkımııız, yer siyah, gök beyaz beşiktaaaaş, kara kartalın yuvasındayız, ölene kadar beşiktaşlıyıııız. Hiç bitmeyecek bizim aşkımız, biz kartalız beşiktaşlıyıııız.
Anne: Babası Lâl’e daha anlamlı bir şey söylesek!?
Baba: Çok anlamlı bu marş. O bir yavru kartal, bak nasıı sustu? Bir daha söyleyeyim mi kızım?
Lâl: de!
Baba ve anne bir ağızdan: 1903’de doğdu aşkımııız, yer siyah, gök beyaz beşiktaaaaş, kara kartalın yuvasındayız, ölene kadar beşiktaşlıyıııız. Hiç bitmeyecek bizim aşkımız, biz kartalız beşiktaşlıyıııız.

Lâl gözlerini kapatır ve uyukuya dalar, biz susarız.

Lal gözlerini açar ve sesini yükseltir: de!

Baştan marşı okuruz.

Lâl gözlerini kapatır ve uyukuya dalar, biz susarız.

Lal gözlerini açar ve sesini yükseltir: de!

Baştan marşı okuruz.

Buradan sonrasını sayamadım. Belki 15, belki 20 defa... Eve gidene kadar.

Artık marş marşlıktan çıkıp, ninni melodisine dönüne kadar...

Baba gururla mırıldanıyor... “Doğuştan Beşiktaş’lı benim kızım. Yavru kartalım o benim. Büyüsün biz beraber maça da gideriz kızımla....”

Peeeh, beşiktaş da beşiktaş olsa bari!

Read more...

Af ve tarihe bir not

20 Aralık 2008

Unutmamak için tarihe yazılmış bir nottur bu.

Read more...

Simply the best…

19 Aralık 2008

Bizim evin Tina Turner’ı




Simply the best, better than all the rest

Read more...

Uyu-mama

18 Aralık 2008

Dün gece saat 11:45. Lâl’le aramızdaki diyalog:

Baba?
Uyudu tatlım

Aba?
O da uydu Lal’cim

Anni?
Ben de seni uyuttuktan sonra uyuyacağım

Annane?
Anneannende uyumuştur Lal’cim

Eyma?
Elmalar da uyuyordur, az önce baktık ya balkonda hepsi yatıyordu. Hadi sen de uyumaya çalış.

Abi abi?
Abi de çoktan uyumuştur canım. Yarın işe gidecek ya hani, aynı benim gibi (sesim acındırarak çıkıyor, sanki anlayacakmış gibi)

Aydede?
Aydede de uyuyor Lal’cim, saat çok geç oldu ya.

Aydede gok!
Evet canım, aydede yok uyuyor çünkü.

Aydedeee!
Lal’cim aydede de, saydığın herşey de uyudu. Lütfen sen de uyumaya çalış.

Aydede gok, indiy!
İndirmeyim Lâl lütfen, oyun zamanı değil şimdi. Uyuma zamanı.

İndiy!
Peki gidip cama bakalım, aydede gerçekten uyuyor mu? (içimden dua ediyorum, lütfen lütfen aydedeyi görmeyelim...)
Cama gidiyoruz. Ay gerçekten de görünmüyor.

Gördün mü bak aydede yok, uyumuş tatlım.
Aydedeeee.... aydededeee yaaaa.

Uzunca bir süre aydedeyi göremediği için ağladı. Saat 1’e geliyordu uyuduğunda.

Gözaltlarım diz kapaklarıma sarkmak üzereydi ki, insafa geldi. Uyudu.

Nedir şimdi bir kaç gecedir uyumamak için direnmesi?

Read more...

İzmir’de bayram…

16 Aralık 2008

Sevmem ben bayramda tatil programı yapmayı. İsterim ki anneler-babalar-kardeşlerle beraber, biraz da eski bayramlar tadında yaşayalım bayramları. Ne var ki bu bayram babaannemizin İzmir’de olması nedeniyle kendisine bir süpriz yapalım dedik ve bir kaç günlüğüne kaçtık İzmir’e.

Yolculukta Lâl’in kulağı tıkanmasın diye içirdiğimiz bir biberon dolusu sütü üzerime kusunca ilk paniğimizi yaşadık. Ziverbey hattındaki minibüs koltuklarının bile daha konforlu olduğu Pegasus koltuklarımızda; Lâlocan’ın kıpırlığı benim paniğimle birleşince üzerini değiştirmekte oldukça zorlandık. İndiğimizde sevgili tocam benimle “sütlü nuriye” diye dalga geçse de keyfimizi kaçırmadan babaannenin yolunu tuttuk.
Kayınannem bizi kapıda görünce bir müddet kilitlenme anı yaşadı. Sonrası bir çığlık ve mutluluk gözyaşları... “Vallahi içime doğdu”lar... “rüyamda gördüm”ler... : )

Eşim, ailesini baba filmindeki “don corlione” ailesine benzetirdi hep. Bu benzetmenin ne kadar haklı olduğunu anlamak bu bayrama kısmetmiş. Teyzeler, dayılar, halalar, kuzenler, kuzen çocukları… liste uzuyor… Tam cümbüş. Kalabalık benim için biraz ürkütücü olsa da Lâlocan halinden pek memnundu. Hele kuzenlerin ikiz çocuklarını gördüğündeki -anlam vermeye çalıştığı bakışı- bayramın unutulmazlarındandı.

Son günümüzde hiç göremediği dedesinin kabrini de ziyaret ettik. Ziyaretimizden sonra güneşli havadan faydalanıp Kordon’da paytona bindik. At, Lâl için Aydede kadar önemli bir kavram/dı. Ne zaman ki paytonda atın kuyruğunu kaldırıp da kakasını yaptığını gördü, işte o zaman at bütün itibarını kaybetti kızımın gözünde. Şaşkınlıktan gözleri kocaman açıldı ve “o ooooo” diye bir şaşkınlık narası attı. Biz gülmekten katılma seviyesinde : )

Dolu dolu noktaladığımız İzmir gezimizi İstanbul’da anneannelerde noktaladık. Bayramın son gününü anneannesi ve dedesiyle geçirdi Lâl. Özlem dolu sarılmalar, “üç günde büyümüşsün sen”ler…

İyi ki varsın Lâlocan, herşey seninle tamam şimdi.


















 

Read more...

Ya evde yoksan?

5 Aralık 2008

Çocukluğumdan beri evimize geldiğimde kapı ziline basarak, içeriden kapıyı birinin açıyor olması en sevdiğim duygudur. Kapıyı anahtarla açmak demek, ocakta kaynayan yemek olmadığından yemek kokusundan ne yiyeceğini kestirememek demektir, içeri girince sarılıp öpeceğiniz kimse yok demektir, kapı açılınca karanlıkla karşılaşmak demektir, soğuk demektir, sessiz demektir...

Dün akşam çok uzun zamandır evimizin kapısını kendi anahtarımla açarak girmediğimi farkettim. Lâl doğduğundan beri evde hep biri var ve ben kapı ziline basma şansına sahibim. Kapı açılınca önceleri yerde sürünen, şimdilerde annnni diye kapı sesine koşarak gelen, hızını alamayıp kapıya toslayan yine de ağzında kocaman gülümsemeyle beni karşılayan minik meleğim dün öğlen dedesi tarafından evden alındı ve anneanneye kalmaya gitti.

Bense akşam iş dönüşünde dalgınlıkla önce kapıyı çaldım.
Sonra evde olmadıklarını hatırladım.
Dipsiz kuyu misali çantamda evin anahtarını aradım. Kapıyı açtım.
Karanlık, ıssız, cıvıltısız... yani Lâl’siz.
Ben suratsız.

Işığı açınca kapının karşısındaki dresuarın üzerinde minik aydekkaları(ayakkabı) gülümsetebildi beni. Ve makinamı tekrar alabildim elime.

Read more...

Nedir yani?

1 Aralık 2008

Bir umutsuzluk, bir isteksizlik halidir gidiyor. Sadece ve sadece ve yoğun bir biçimde işlerime gömülmek istediğim günler yaşıyorum.

Ne uzun zamandır gitmek istediğim fotoğraf kursu, ne bu akşam çok izlemek istediğim filme gidiyor olmam, ne güneşli bir İstanbul gününde Sultanahmet’te geçirilen çekim dersleri, ne bayramda yapacağımız küçük kaçamak, ne o, ne bu. Yazmak istemiyorum, fotoğraflamak istemiyorum.

Koyun gibi hissediyorum kendimi, kim ne derse itiraz etmeden yapacak kıvamdayım. Lâl’in evdeki cıvıltısı bile kesmiyor bazı günler. Aksine yoruyor bile diyebilirim. Yorulduğum için suçlu hissediyorum. Suçlu hissedince kendime küsüyorum. Kendime küsünce kendimle iletişim kuramıyorum. Kendimle iletişim kuramayınca sorunlarıma çözüm bulamıyorum. Böylece sonsuz döngü gidiyor.

Nedir yani?

Şimdi dikkat ettim de yazının kategori adı bile tuhaf. Halet-i ruhiye ne ki? Ruhiye nasıl bir şey? Peh!

Read more...

Dina tekrar bizimle

24 Kasım 2008



Hikaye uzun ve karışık. Ama sonuç güzel.

Read more...

Bezelye nasıl yenir / yedirilir?

20 Kasım 2008

Mamalardan kurtulup normal gıdalara geçtiğimizden beri yediremediğim bazı yemekler var; misal bezelye.

Geçen akşam da özene bezene bir sefer daha deneyeyim, belki yer umuduyla pişirdiğim bezelyenin yüzüne bakılmayınca vazgeçmek üzereydim ki... Son bir şans daha vermek istedim. Tabağı aldım elime.

Anne: “Lâl’cim bu küçük yeşil topları görüyor musun? Hani senin de var ya, goool yapıyoruz. Bunlarla da goool yapalım mı?
Lâl: oydi (o değil)
Anne: O annecim, ama bunlar çok küçük. Ayakla oynanmaz o yüzden. Bunlar senin ağzının içine girecek, sonra goool diye bağıracağız, tamam mı?
Lâl: ı ıııııhhh
Anne: Bak deneyelim, tek tek topları ağzına uçurucam. Sen kocamam aç tamam mı?
Lâl: ??!!!
Anne: aç aç aaaaaç kocamaaaan.
Lâl: gooooool
Anne: evet işte böyle. Gördün mü nasıl goool oldu, bravo sana.
Lâl: akkkkıı – alkışlama hareketiyle (alkış)

Bir tabak dolusu bezelye tek-tek yedirmek suretiyle bitirildi, yaklaşık 1 saat sürdü. Şimdi düşünüyorum acaba gerçek topu da yemeye kalkışır mı? : )

Read more...

Dina gitti.

19 Kasım 2008

Read more...

Bir Şirin buluşma

17 Kasım 2008

Uzun zamandır görüşmeye niyetlenip, hep araya bir şeyler girince ertelemek durumunda kaldığımız bir Şirin buluşma gerçekleşti. Bu buluşma-amama girişiminde baştan beridir bir aksilik olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sefer de buluşma gerçekleşti fakat benim yoğunluğum nedeniyle günlüğümüze aktarılamadı. Derkeen nihayet bugün kayıtlara geçiriliyor.

Canım arkadaşım, iş hayatımdaki ilk günlerde hep desteğini hissettiğim, sonraki günlerde yolumuzun bir şekilde hep kesiştiği, sanal veya gerçeğin ta kendisi olarak çılgın ifadeli yazışmalarıyla hep çözmem gereken şirin insan. Şirin’in şekerim bizi evine kahveye davet etti. Hani iki lafın belini kıralım da aradaki zamanı kapatalım diye. Ben de aldım kızımı düştüm yola. Hah. Ne sohbeti, ne laflaması. Şirinim şekerim en alâsından kahvesini yaptı ama Lâlocan bu rahat durur mu? Kâh sehpanın üzerinde, kâh televizyonun dibinde, hooop gazeteliğin içinde, pat yerde derken. Akşamı ettik.

Neyse ki arada Lâl’in eline bezimsi birşey verdik de “Lal’cim şuraların tozunu bi alıver” kızım diye oyaladık. Şirinim şekerim senin evinde pek tozluymuş yahu : )

Özgür, bu arada televizyonun ayarlarını bozduğumuz ve dergilerini kurcaladığımız için özür : )













Read more...

10 Kasım 2008

10 Kasım 2008


10 Kasım 1938 - Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sabah saat 9:05'te Dolmabahçe Sarayı'nda, 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Türkiye'de ulusal yas ilan edildi.

Kaynak: Vikipedi

10 Kasım 2008 – Sabah saat 09:05. Levent Yapı Kredi Plaza’ların önündeyim.
Klaksonlar çalmaya başlar. Herkes kontağı kapatıp aracından iner. Yayalar durur. Bir dakikalık saygı duruşu başlar.

Türkiye’de, İstanbul’da bir dakikalığına hayat durur.

Bir kızımız var.

Gözümüzden sakındığımız, iyi bir gelecek vaadedebilmek amacıyla dişimizle, tırnağımızla, uyukusuz gecelerce, bir gülüşüne içimiz gidercesine, bir damla göz yaşına içimiz burkulurcasına…. Esirgediğimiz, kolladığımız.

Nasıl bir gelecek vaadedebiliyoruz ona? Sosyal devlet mi? Demokratik devlet mi? Hukuk devleti mi?

Mafyaların, tetikçilerin, iç hesaplaşmaların, rant peşinde koşan siyasetçi bozmalarının olmadığı, kardeşlerden birinin dağda terör örgütünde eğitim gördüğü, diğerinin anlı şanlı vatani görevini yaptığı – kardeş kavgalarının olmadığı; çağdaş, sosyal, adil, eşitlikçi…

Biz bir tane doğururken; beşer onar üreyen, kadına kuluçka makinasından daha fazla anlam yüklemeyen zihniyetler mi yönetecek benim kızımın jenarasyonunu?

Bir dakikalık saygı duruşunda bunları düşündüm. Yine gözlerim doldu, yine sokak ortasında ağlayamamaktan burnum sızladı.

Annelik mi beni böyle yaptı? Eskiden önemsiz miydi, yoksa toplumda kutuplaşmalar oldukça mı önem kazandı?

Bilmiyorum.

Bildiğim; yaşanılası, kavgaların olmadığı bir Türkiye bırakmak isteğim.

Read more...

Bir çığlık!

7 Kasım 2008

Yazılası, anlatılası, resmedilesi o kadar çok şey birikti ki...

Sabah işe gelmek için, ofiste işleri yetiştirip akşama kalmamak için, akşam trafikte eve dönebilmek için, Lâl’in uyukusu sıktı mızmızlığından önce evde olabilmek için... ama hep yetişmek için... kendimi ve hayatı sorgulamadan motomot geçirilen en yoğunundan bir haftanın neticesinde uzun süredir sayfamıza bir şey yazamanın ve blog arkadaşlarımın sayfalarını ziyaret edememenin verdiği isyanla yeter! diyorum.

Ve keyifli bir Pazar gezmesinin resmi ile noktalıyorum.

Read more...

1,5

23 Ekim 2008

Hayatımızdaki birbuçuklar ve anlamları

1,5 porsiyon iskender döner.

hmmm... Ne zamandır yemiyoruz. Gündeme getirmeli...


1,5 saat kuaförde geçirilen zaman.
Haftasonları genel yıkama-yağlama, 33.000 km. bakımı : )


1,5 ölçü su.

Pilav pişirirken 1’e 1,5 eklenen kaynamış su miktarı
Her hafta mutlaka. Lalocan çok seviyor. Şehriyelisi, nohutlusu, sebzelisi, etlisi...


1,5 bardak un.

En sevdiğim havuçlu keki yaparken kullandığım un miktarı. Zira kulak memesi kıvamını tutturmak için buradaki buçuk ölçüsü çok önemlidir.


1,5 şişe şarap.

Kankamla bir oturuşta laflarken içtiğimiz şarap miktarı. İlk şişe bittikten sonra diyalog genelde şöyle geçer.
- Kankacım açıym mı bi şişe daha?
- hmmm... aç. içeriz herhalde?!
- İçimi de yumuşakmış di mi? iyi gitti.
- Evet evet. Aç sen, içeriz.


Araya giren hamilelik ve doğum süreci dolayısıyla formdan düştüğümden genelde 1,5 şişede kalıyoruz. Yine de kocamın “Sue Allen ve Cahide(Sonku)” benzetmelerine maruz kalabiliyoruz.


1,5 saat trafik .
Sabah işe gelebilmek, akşam eve dönebilmek için harcadığım tek yönlü zaman.


1,5 YTL.

Bugünlerde ekonomiden anlayan/anlamayan herkesin müşterek dileği.
1 USD = 1,5 YTL olmalı.


BUGÜN BİRBUÇUK! ve anlamı

Bugün 23 Ekim 2008

Ayşe Lâl 1,5 yaşında.

Sadece 1 sene ve 6 aydır. Veya sadece 18 aydır. Bizimle...

Ama asırlar gibi. Sanki hep varmış gibi.

O yokken neler yaparmışız hatırlamaz gibi.

Birbuçukuncu yaşın kutlu olsun bebeğim. Hayatındaki tüm sıkıntılar elindeki oyuncağın gibi sabun köpüğünden olsun.

Read more...

Uluslararası arkadaşlık ödülü

22 Ekim 2008


Sevgili Bernacan'a ödülümüz için teşekkürler...

Read more...

Seyirlik :)

15 Ekim 2008


 




Yazdan kalma sıcak bir günden sıcak bir hatıra...

Read more...

Çöp şiş böyle yenir!

13 Ekim 2008


Çorba ve köftesini ısrarla yemek istemeyen Lâl gözünü yan masadaki adamcağızın yediğine diker. Bununla da kalmaz yan masanın tabağını gösterek maaam maaam diye ağlayıp huysuzlanmaya başlar. Adamcağız yanlış anlamazsak çöp şişlerinden birini verebileceğini söyler. Baba, kibarca reddeder. Anne utanır açıklama yapmaya çalışır. "Çok küçük çöp şiş yiyemez diye köfte söyledik ama sizin yemeğiniz ona ilginç geldi herhalde, yiyeceğinden değil" falan gibi açıklamalar yapar.

Lâl kararlıdır. Vazgeçmez. Adamın masanına doğru mama sandalyesinden sarkmaya başlar. Anne-baba ne yapacaklarını şaşırlar. Adamcağız bir defa daha teklif eder. Utana sıkıla alırlar çöp şişi. Usta bir çöp şiş yiyicisi gibi iki ucundan itinayla kavrar şişi ve kemirmeye başlar. Anne-baba şaşkın, mahçup : )

Read more...

7 Ekim 2008


Bu kareye dünden beri bakıyor ama düşüncelerimi ifade edecek sözcükleri bir araya getiremiyordum. Öyle ya bu iki minnoşu bir zamanlar kucağımızda tutarken bile incinir mi diye gözümüzden sakınıyorken; şimdi böyle iki koca kız arkadaş gibi sarmaş dolaş olmaları bana çok şey ifade ediyor. Sanırım söylemek istediğim ve gönülden dilediğim şey şu: ömür boyu hep birbirinizin destekçisi, arkadaşı, kardeşi olun... birbirinize hep böyle sevgiyle sarılın...

Read more...

Şeker bayramı…

3 Ekim 2008

“...yeni kıyafetlerin giyilmesi, sabah erkenden ailelerin toplanması, büyüklerin ziyaret edilmesi, uzaktakilerin aranması, küçüklerin el öpmesi, kolalı mendillerde verilen harçlıklar...”

Çocuğum bayramları böyle yaşasın istiyorum.

Ben hiç böyle yaşamadım bayramları... Çünkü akrabalarımızdan ve aile büyüklerimizden uzaktayız. Çekirdek aile olarak 10-15 dk. içinde bayramlaşılan, kızların babalarına kahve pişirmesi ve çikolata ile tadlanıp sonlanan kısa metrajlı bayramlarımız oldu bizim. Biz bize yettik ama hep hayal ettik uzaktaki akrabaları, kahkahalarını...
Belki bu özlemi kızımda yaşatmak için, belki çocukluğumda hayal meyal hatırladığım tadları anımsamak için... Çocuğum bayramları böyle yaşasın istiyorum...

Bayramdan birkaç hafta önce babaannesi Lâl’e el öpmeyi öğretti. Uygulamada hatalar oldu tabii ki... Şöyle ki; Lâl öp bakalım dedenin elini diyince yeni bir şey öğrenmenin verdiği heyecanla dedesinin elini canhıraş kapıyor, öpmeden direk başına götürülüyor. Alnına falan da değil, direk kafasının tepesine koyuyor elini... işte bizim bayram eğlencemiz bu oldu. Ben bile böbürlene böbürlene sırtımı arkaya yaslayarak "Lâl’cim öp kızım elimi" diyorum, sonrası gülmekten yerlerde sürünen bir anne :)

Kısa kısa bayram notlarımız...

Bayram I. - Lâl büyüklerini ziyarette















Kafasındaki mor assolist tokası hakkında bilgi: geçtiğimiz hafta dedesi ile markete gitmişlerdi. Dönüşte uğradıkları ıncık boncukçuda eline bu tokayı almış ve bırakmak istememiş. Dede de almaya mecbur kalmış. Sadece almakla kalsalar iyi. Tutturmuş bunu tak diye. Eve kadar kafasında bu tokayla yürümüşler ve zavallı babam sokaktaki insanların tuhaf bakışlarına ve gülüşmelerine maruz kalmış. O gün bugün favori aksesuarı tokası. Kız işte... ama kokoş bir kız... Hüner Coşkuner'in alt kadrosu : )

Bayram II. - Lâl Oyuncak Müzesi'nde
Oyun Grubu’nun Oyuncak Müzesi’ni ziyaretinden beri aklımda gitmek vardı. Herkesin mutlaka en azından bir defa gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Unuttuğumuz yüzlerce oyuncakla karşılaştık. Pompasına bastıkça trompet çalan kulağı küpeli zenci kızı görünce babaannemlerin Ankarada’ki evinin kokusu geldi burnuma. Hatıraların da kokusu oluyormuş meğer...





















Bayram III. - Lâl Bahçelievler Çocuk Yurdu’nda
Aslında niyetimiz Kasımpaşa Çocuk Yuva’sına gitmekti. Fakat Kasımpaşa tadilatta olduğundan ve çocukların bir bölümünü bayram gezmesine götürüldükleri için çocuklarla görüşemedik. Ancak yurt müdür yardımcısından genel ihtiyaçlarla ilgili bilgi aldık.
Buradan Bahçelievler Çocuk Yurdu’na geçtik. Yarım saat kadar görüşmemize izin verildi. Bu yarım saat içinde neler hissettiğimi yazamayacağım sanırım. Her şeye şükretmemiz gerektiğini bir kere daha idrak ettik...

Günün yorgunluğu teyze ve eniştenin hazırladığı ziyafetle tamamlandı...





Read more...

Eve dönüş…

22 Eylül 2008

Döndük evimize.

Bakıcı krizimizi atlattık ve döndük.

Yıldız bizimle artık, yaklaşık üç haftadır. Türkmenistan’lı... Bu sefer kesinleşmeden herhangi birşey yazmak istemediğimden beklemiştim. Ama şükür k i bu sefer işler yolunda gitti.

Lâl odasını ve oyuncaklarını çok özlemiş. Oyuncaklarını sanki ilk defa görüyormuş gibi özlemle kucakladı. Açıkçası bu kadar kolay adapte olmasını beklemiyordum, özellikle Bayramoğlu’ndaki çayır çimen özgürlüğünden sonra... Yine de haftasonları gittik anneanne ve dedeyi ziyarete.

Yağmurla uyandığımız son İstanbul sabahlarından sonra içimi açacak birkaç Bayramoğlu fotoğrafı ve notlar;

Sabah kahvaltıdan sonra genel temizlik yapılır. İşte temizliiiik ferahlık evlereee, hem de hiç durulamadaaan kurulamadaan : )







Kahvaltıdan sonra anneanne ile sabah yürüyüşe çıkarken...


Bahçede oyalanabilecek dünya şey varken tercihi pergulenin ayağı etrafında şarkı söyleyerek dönmek : )


Kazara düşmüş dizi sıyrılmış. Durduk yere birden aklına geliyor, açıyor, uf uuuf diye anlatıyor birşeyler. Bazen kendi kendinin bacağını da öpüyor, resmedilemedi : )


Annesinin terliklerini de getirirmiş...


Uyukudan önce hamak keyfi...

Read more...