Unutanlara… ve sulugözlere…

30 Ağustos 2008

Unutanlara...
Zafer Bayramı, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bayramı. Her yıl 30 Ağustos günü yurt çapında törenlerle kutlanır. Zafer Bayramı, 1922 yılında 26 Ağustos'ta başlayıp, 30 Ağustos'ta Dumlupınar'da Mustafa Kemal'in başkumandanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ni (Büyük Taarruz) anmak için kutlanan bayramdır. İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terketmesi daha sonra gerçekleşse de, 30 Ağustos sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.
Kaynak: Vikipedi

ve sulugözlere...
Lâl de Zafer Bayramını anneannesi ve dedesinin Bayramoğlu idare binasındaki törene götürmesiyle kutladı. İstiklal marşını okuyup, saygı duruşunda bulundular. Ada yönetiminin en küçük üyelerinden biri olarak tüm yönetim ekibinin gurur kaynağı oldu.

Sonrasında, Zafer koşusu yarışması için plajın girişinde anneannesi ve benimle beraber birinci gelecek çocuğu beklemeye başladık. Etrafımız heyecanla çocuklarını bekleyen anne-baba-anneanne-dedelere doluydu. Herkes heyecanla zıplıyordu olduğu yerde. Yavaş yavaş ufaklıklar yokuşun başından görünmeye başladılar. Lâl kucağımda şaşkın şaşkın etrafını izleyip, heyecanlı anne babalara eşlik edip çığlıklar attı. Finish çizgisinden çocuklar geçtikçe “akkıı akkı” (alkış) diyerek tebriklerini gönderdi.

Lâl ne olup bittiğini anlamaz şekilde zafer naraları atıyorken, bana ne oluyorsa gözlerimden mutluluk göz yaşları fışkırdı. Allahtan güneş gözlüğüm gözümdeydi de herkese neden gözlerimin dolduğunu açıklamak zorunda kalmadım. Sadece annem anladı bunu. “eee çocuğum anladın mı ben neden her müsamerenizde, karne gününüzde, diploma töreninizde göz yaşlarına boğuluyordum” dedi. Canım annem hadi onları anladım da, bu da ne demek oluyor şimdi? Yoksa ben kızımın buradan finish çizgisini geçeceği günün hayalini mi kurmaktayım? : )












Read more...

Kimin canı yanınca sizin canınız da yanıyor?

28 Ağustos 2008

Anneyseniz bunun cevabı çok basit elbette. Evladınızın.

Peki, 16 aylık bebek/çocuksa karşınızdaki?

Geçen akşam Bayramoğlu’nda tam yemeğe oturmak üzere Lâl’in peşinde koşturuyordum ki sağ kolumun üzerinde bir kıpırtı hissettim. Sinek ya da saç tüyü olabilir diye elimle ittirdim ama o kıpırtı bu sefer göz kapağımın üzerine geçti. Bu ne şimdi diye gözüme attım elimi. Geçti. Ama bu sefer saçımın üstüne konmuş, saçım da önüme düşünce yürüyen böceğimsi yaratıkla burun buruna geldik ve zıplamaya başladım. Düşsün kendiliğinden diye. Dokunamam ben öyle uçan sinek, böcek gibi haşerata. Var gücümle zıplıyorum ama haşerat kenetlenmiş saç tellerime düşmüyor. Bir müddet debelendikten ve en can alıcısından haykırışlar attıktan sonra böceğin düştüğünü gördüm. Ve bastım ayağımla üzerine. (bana kızan haşeratseverler varsa özür! )

Kafamı kaldırırken Lâl’le gözgöze geldik. Kapının eşiğinde biblo gibi donmuş kalmış öylece bana bakıyor. Yok bir şey annecim korkma dememle bir anda ağlayarak yanıma koştu. Kollarını doladı boynuma, için için ağlıyor. Koluma, saçlarıma vuruyor “uuuff ufff” yaparak. Kıyamam ben senin gözyaşlarına, benim canım yandı diye ağlamana. Seni alır içime sokarım kuzucum yaa!


Bayramoğlu’nda anneanneyle ve kuzenlerin katılımıyla küçük hanımın gezi notlarına da yer vermek lazım tabii...






Darıca Hayvanat Bahçesi bakımsızlıktan köhne bir hal alıp gezilesi yeri kalmayınca çocuk parkında vakit geçirmişler daha çok.






Seray ablası ve Serbay abisiyle özgürlüğün tadına varılan günler...







Bu arada Seray ve Serbay'ın yokluğuna Lâl'in alışması zor olacak gibi. Her sabah uyanır uyanmaz odalarının kapısına gidip yumruğuyla aj ajjj diye sesleniyordu. Bakalım nasıl alışacağız??

Read more...

Copy-paste

20 Ağustos 2008

Lâl’i gece uyutmakta çok zorlanmıyordum, dün geceye kadar…

Genelde biberonunu emerken gözlerini kapatıp sakinleşiyordu. Sütü bittikten kısa süre sonra da uyuyakalıyordu.
Bir kaç ay önce uyukuya geçişi bu kadar kolay olmamaya başladı. Bu sefer sütünü içerken masal anlatmaya başladım. Masal dediğim de uydurma hikayeler… Lâl’in aydedeye olan hayranlığından dolayı genelde aydede içerikli hikayeler anlatıyordum. - Burada kısa bir açıklama gerekiyor: Gördüğü yuvarlak formattaki her cisim onun için aydede : ) -

Fakaaat dün masal da fayda etmedi. Yüzüstü döndü olmadı, yan döndü olmadı, tekrar yüzüstü dönüp popoyu çıkarttı olmadı, yastığının etrafında dört döndü olmadı. Ben panik tabii, ne yapsam? Bir gün masalın fayda etmeyeceğini düşünüp B planı hazırlamamışım ki!
Nasılsa aklıma şarkı söylemek geldi, sakinleştireceğim ya… Sakin bir şarkı seçtim, kızıma ismini veren dingin, huzurlu bir şarkı.

Bir bulut olsam yüklenip yağsam… dökülsem damla damla toprağına… Bir deli nehir bir asi rüzgar…Olup kavuşsam üzüm bağlarına… Bir çiğ tanesi bülbülün çilesi… Annemin sesiyle güne uyansam… Radyoda yanık içli bir keman… Ağlasa nihavend acem aşiran…Ah şişede la'l hem de ay hilal… Bir daha da görmedim öyle yazı…

Uyuyakaldı… O rüyalar aleminde, ben ilk gençlik yıllarımda…

Mümkün mü acaba? Bugünkü olgunluğumu, sabrımı, özgüvenimi, törpülenmişliğimi, bugün beni ben yapan tüm değerlerimi o yıllara copy-paste etmek mümkün mü acaba?

Yaş-lanmak bu mu acaba?

Read more...

İki keçi bir köprüde karşılaşırsa ne olur? “Terrible Two” bu mudur?

18 Ağustos 2008

"bir köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi
hah hah hay... hah hah hay... hah hah hah hah hahhhayy...

inatçılık ve huysuzluk bu keçilerin suçu
büyük keçi demiş yol ver önce ben geçeceğim
küçük keçi demiş eğer verirsem öleceğim
hah hah hay... hah hah hay... hah hah hah hah hahhhayy...”

Cumartesi akşamıydı… Uyukusuzluğu ve huysuzluğu tavan yapmış olan kızının türlü mızmızlık ve kendini oradan oraya atmalarına sabırla yaklaşmakta olan anne Lâl’i kucağına alıp uyutmak üzere odasına götürmekteydi. Uyukusuzluktan devreleri karışmış olan Lâl sinirle kendi saçlarını çekiştirmeye başladı. Defalarca bu hareketi yapmaması için uyarılan, dikkati farklı yönlere çekmeye çalışılarak yaptığı hareketi unutturulmaya çalışılan ve başarısız olunan o dakikalarda; anne bir gafletle ve inatla saçlarını Lâl’in parmakları arasından kurtarmaya çalışır. Lâl direnir. Anne çeker, Lâl direnir. Lâl hırslanır, anne hırslanır… Sonuç: Lâl annesinin yüzünü eliniyle kavrar, tırnağını suratına geçirir ve sağ gözünün yanından başlayarak aşağı doğru tırmalar. Anne kızı tarafından ilk façasını almıştır.

Terrible two bu mudur?

Read more...

Evet Ayna söyle bana…

14 Ağustos 2008

Sen ve senin gibiler evlatlarını aylarca/yıllarca görmeden sözüm ona onlara daha kaliteli bir hayat sağlamak kisvesi altında;

Minibüs/otobüs kullanmaktansa taksiye biniyorsa,
Haftasonu kafa dağıtmak için ada otellerinde konaklıyorsa,
Kışlık çizmesi varken bir tane daha alıyorsa,
Kışlık kabanı varken, yakası kürklü olandan da alıyorsa... baharda giymek için deri ceket, yağmurda giymek için trençkot alıyorsa,
Son model cep telefonuna sadece arama yapmak ve sms göndermek için iki maaşını veriyorsa,
Kozmetik, kişisel bakım ihtiyaçlarına benim diyen iş kadınından bile daha çok harcama yapıyorsa,

Oysa... buysa....

Siz ana mısınız? Burada çalışma maksadınız nedir? Evlatlarınız paravan mıdır hırslarınıza?

Ayna da gitti... Sıkılmış bebek bakmaktan, bir kaç gün kafa dağıtacakmış.

Not: Bu benim sakinleşmiş halim.

Read more...

Dileğim…

13 Ağustos 2008

Bir gün bu karede 20’li yaşlarda bir genç kızın elinde tenis raketi ile sahaya gittiğini görmek dileğiyle...

Read more...

Ayna ayna söyle bana…

11 Ağustos 2008

Bakıcı mevzusunda gelişmeler çok ani olabiliyor. Cuma sabahı daha ofise gelirken bir bakıcı ile anlaşmamıştık, akşamüzeri Şahnaz’ı bulduk. Şahnaz halası ile gelmiş görüşmeye. Hemşireymiş, çok iyi bebek bakarmış, elinden her iş gelirmiş, Türkçesi biraz zayıfmış ama çabuk öğrenirmiş... Akşamına tanıştık Şahnaz’la. Konuşuyorum karşısında, Lâl’in neleri sevdiğini, neleri sevmediğini anlatıyorum. Yemek konusundaki tercihlerini anlatıyorum, sonra uygulamalı bez değiştirme dersleri veriyorum. Hiç bir tepki, anlama ifadesi yok suratında. Anlıyor musun beni Şahnaz? diyorum. “Anliyor” diyor. Sonradan anlıyoruz ki bildiği tek Türkçe kelime “anliyor”. Nasıl ağırkanlı... Sessiz, tepkisiz ve mimiksiz... Lâl de ısınmadı hiç, kucağına asla gitmek istemedi. Hemen o gece karar verdim, Şahnaz’la olmaz.

Ertesi sabah erkenden kalkıyorum, Selda’ların yardımcısı kadının yeni gelen akrabası vardı, onu görmeye gidiyorum. Selda’larda buluşuyoruz. Nasıl güleryüzle giriyor içeriye, gözlerinin içi parlıyor. İlk testi geçti bile : ) Evdeki Şahnaz heykelinden sonra bu kadıncağız pek bir güleç geliyor bana. Anlatıyor sonra yeni bakıcı adayımız; menin anne Ukrayna, baba Türkmen, iki yuniversite bitirdi men. Terzi gibi dikiş dikende ve ceografiya... Men öğretmen aslinda, çocuklari seviyorum. İngilisçe, Rusça, Almanca biliyorum...

Türkçesi anlaşılır ve geliştirmeye müsait. İsminiz neydi diyorum neden sonra? “Ayna” diyor. “Ayna mı? Nasıl ayna?” Eliyle ayna işareti yapıyor, “bakanda ayna” diyor. “Ayna!” diye tekrar ediyorum, hani yanlış anlamış olabilirim, onun düzeltmesine fırsat vereyim diye. Hı hıı diyor başıyla. İçimden konuşuyorum... hani tabure gibi, vestiyer gibi, ayna işte bu da... hahahaa ilginç... İçimden “Ayna ayna söyle bana” demek geliyor, çok gülüyorum : )

Read more...

Şahnaz’lı günler başladı…

8 Ağustos 2008

Bugün öğleden sonra annem ve Toygar yeni bir bakıcı adayıyla anlaştılar. Yine Türkmenistanlı. İlk izlenimler olumlu, Lâl’le de anlaşmışlar. Hatta Lâl ona abbaa bile demiş. Eski bakıcımız Gül duysa kendine abla dedirtemediği için şoka girerdi herhelde.

Lâl'le ilgili sorulardan sonra ilk sorum süslü püslü mü? oldu tabii. Sütten dili yanan misali... Sağolsun Gül elinden cımbızı ve aynayı bırakmadığından, izin günlerinde kuaförden çıkmadığından ve bakımını herşeyin üzerinde tuttuğundan içime fenalıklar getiriyordu. Lâl’le de güzel ilgilendiği için pek oralı olmadık ama bir yerden sonra sıkıcı oluyor. Kaşının üstünde bir tüyü çıksa dünyanın sonu gelmiş gibi “gökşen ben kaşımı yoldurmalı” diyip sıvışıveriyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan çoktaaan kuaför koltuğunda yerini alıyordu.

Bakalım Şahnaz’lı günler nasıl olacak? Oryantasyona haftasonu başlıyoruz : )

Read more...

Yazamadıklarım…

5 Ağustos 2008

İş temposu, bakıcı krizi ve diğer problemlerimizden ötürü yazamadığım aktivitelerimiz de oldu tabii. Bu arada merak edenlere; bakıcımız Gül Pazar günü evden eşyalarını almaya geldi. Lâl’e sıkı sıkı sarılıp “özür dilirem kızım senden, gökşen sizden de özür dilirem” diye ağlamaya başladı. “Bin dolırlık iş olmadı, başka iş buldum ama burnumdan getiriyirler, canıma okiyirler” dedi. O gece de Gül’e üzüldüğüm için uyukum kaçtı. Allahım beynimin merhamet loplarını aldırmak istiyorum, mümkün mü acaba??

Neyse dönelim kaçırdıklarımıza…

03.08.2008 Zuzu Café Sihirbaz Huduni Gösterisi
Sihirbaz Huduni de kimdir demeyin, biz de bilmiyorduk öğrendik : ) Renkli ve tüylü sopaları hokuuuus pokuuuus diyerek bambaşka renklere dönüştüren, kırık yumurtaları sağlam yumurta haline getiren çocuklardan çok bizim heyyyooo diye eğlendiğimiz, hatta bir ara kendimizi kaybedip hokuuus pokuuus diye bağırdığımız sihirbaz. Anne olmak yeniden doğmak gibi derlerdi,doğruymuş. Herşeyi sıfırdan, şimdiki bilgi ve donanımımla yeniden öğreniyorum. Harika bir duygu…








  








  








  

02.08.2008 Benimle oynar mısın anne? Özgürlük Parkı Oyun grubu buluşması.
Berna’nın tabiriyle beş çiçek, bir böcek buluşması : ) Can, Duru, Ceylin Naz, Lâl ve Duru buluşması. (Duru’larda tekrar yok, çifte Duru vardı) İlk buluşmamız olduğu için çok kaynaştıkları söylemez, daha çok kendi kendilerine oynamayı tercih ettiler. Çocukların birbirlerine konsantre olabilmeleri için evde buluşmanın daha faydalı olacağına karar verip bir sonraki buluşma için konuştuk. Ev ortamında oyun kurabileceklerini de düşünüyorum ben, kaldı ki Lâl bugünlerde kendi kendine evdeki tavşanını bebek arabasında gezdiriyor, beni “kak kak” diyerek kaldırıyor ve ona eşlik etmemi istiyor.






27.07.2008 Alperen ve Sude ile Monteverde’de Pazar kahvaltısı.

Monteverde bebekli ve çocuklu ailelerin gidebileceği, alabildiğine yeşil, İstanbul’un ortasında nasıl da farkedememişiz diyebileceğiniz harika bir alan.






13.07.2008 Aşağıda Bayramoğlu’nda top koşturduğumuz günlerden kareler görüyorsunuz.






Read more...