2009′a girerken… Ayşe Lâl’i takdimimizdir!

31 Aralık 2008

Videoyu sayfaya embed etmeyi beceremedim, biraz zahmetlice ama tıklamaya değer :))

Read more...

Mutlu seneler…

Herkese mutlu seneler!



Daha güzel, daha neşeli, daha huzurlu, hep sağlıklı,


bol seyahatli, sık süprizli bir yıl dileğiyle.

Read more...

Beşiktaş’lı olunmaz, Beşiktaş’lı doğulur!

30 Aralık 2008



Ben hamileyken zaman zaman Lâl’e babası ve ben şarkı söylerdik: Bir küçücük aslancık varmış, yağmur yağıyor seller akıyor, jingle bells ve beşiktaş marşı bunlardan bazıları.

Geçtiğimiz akşam geç saatlerde arabayla eve dönüyoruz. Lâl’in de uyukusu sıktığı için ve araba koltuğunda konforlu uyuyamadığından mızıldanma başlar.

Anne: bir küçücük aslancık varmıııış, kırlarda ko ko koşar oynarmıııış.
Baba: 1903’de doğdu aşkımııız, yer siyah, gök beyaz beşiktaaaaş, kara kartalın yuvasındayız, ölene kadar beşiktaşlıyıııız. Hiç bitmeyecek bizim aşkımız, biz kartalız beşiktaşlıyıııız.
Anne: Babası Lâl’e daha anlamlı bir şey söylesek!?
Baba: Çok anlamlı bu marş. O bir yavru kartal, bak nasıı sustu? Bir daha söyleyeyim mi kızım?
Lâl: de!
Baba ve anne bir ağızdan: 1903’de doğdu aşkımııız, yer siyah, gök beyaz beşiktaaaaş, kara kartalın yuvasındayız, ölene kadar beşiktaşlıyıııız. Hiç bitmeyecek bizim aşkımız, biz kartalız beşiktaşlıyıııız.

Lâl gözlerini kapatır ve uyukuya dalar, biz susarız.

Lal gözlerini açar ve sesini yükseltir: de!

Baştan marşı okuruz.

Lâl gözlerini kapatır ve uyukuya dalar, biz susarız.

Lal gözlerini açar ve sesini yükseltir: de!

Baştan marşı okuruz.

Buradan sonrasını sayamadım. Belki 15, belki 20 defa... Eve gidene kadar.

Artık marş marşlıktan çıkıp, ninni melodisine dönüne kadar...

Baba gururla mırıldanıyor... “Doğuştan Beşiktaş’lı benim kızım. Yavru kartalım o benim. Büyüsün biz beraber maça da gideriz kızımla....”

Peeeh, beşiktaş da beşiktaş olsa bari!

Read more...

Af ve tarihe bir not

20 Aralık 2008

Unutmamak için tarihe yazılmış bir nottur bu.

Read more...

Simply the best…

19 Aralık 2008

Bizim evin Tina Turner’ı




Simply the best, better than all the rest

Read more...

Uyu-mama

18 Aralık 2008

Dün gece saat 11:45. Lâl’le aramızdaki diyalog:

Baba?
Uyudu tatlım

Aba?
O da uydu Lal’cim

Anni?
Ben de seni uyuttuktan sonra uyuyacağım

Annane?
Anneannende uyumuştur Lal’cim

Eyma?
Elmalar da uyuyordur, az önce baktık ya balkonda hepsi yatıyordu. Hadi sen de uyumaya çalış.

Abi abi?
Abi de çoktan uyumuştur canım. Yarın işe gidecek ya hani, aynı benim gibi (sesim acındırarak çıkıyor, sanki anlayacakmış gibi)

Aydede?
Aydede de uyuyor Lal’cim, saat çok geç oldu ya.

Aydede gok!
Evet canım, aydede yok uyuyor çünkü.

Aydedeee!
Lal’cim aydede de, saydığın herşey de uyudu. Lütfen sen de uyumaya çalış.

Aydede gok, indiy!
İndirmeyim Lâl lütfen, oyun zamanı değil şimdi. Uyuma zamanı.

İndiy!
Peki gidip cama bakalım, aydede gerçekten uyuyor mu? (içimden dua ediyorum, lütfen lütfen aydedeyi görmeyelim...)
Cama gidiyoruz. Ay gerçekten de görünmüyor.

Gördün mü bak aydede yok, uyumuş tatlım.
Aydedeeee.... aydededeee yaaaa.

Uzunca bir süre aydedeyi göremediği için ağladı. Saat 1’e geliyordu uyuduğunda.

Gözaltlarım diz kapaklarıma sarkmak üzereydi ki, insafa geldi. Uyudu.

Nedir şimdi bir kaç gecedir uyumamak için direnmesi?

Read more...

İzmir’de bayram…

16 Aralık 2008

Sevmem ben bayramda tatil programı yapmayı. İsterim ki anneler-babalar-kardeşlerle beraber, biraz da eski bayramlar tadında yaşayalım bayramları. Ne var ki bu bayram babaannemizin İzmir’de olması nedeniyle kendisine bir süpriz yapalım dedik ve bir kaç günlüğüne kaçtık İzmir’e.

Yolculukta Lâl’in kulağı tıkanmasın diye içirdiğimiz bir biberon dolusu sütü üzerime kusunca ilk paniğimizi yaşadık. Ziverbey hattındaki minibüs koltuklarının bile daha konforlu olduğu Pegasus koltuklarımızda; Lâlocan’ın kıpırlığı benim paniğimle birleşince üzerini değiştirmekte oldukça zorlandık. İndiğimizde sevgili tocam benimle “sütlü nuriye” diye dalga geçse de keyfimizi kaçırmadan babaannenin yolunu tuttuk.
Kayınannem bizi kapıda görünce bir müddet kilitlenme anı yaşadı. Sonrası bir çığlık ve mutluluk gözyaşları... “Vallahi içime doğdu”lar... “rüyamda gördüm”ler... : )

Eşim, ailesini baba filmindeki “don corlione” ailesine benzetirdi hep. Bu benzetmenin ne kadar haklı olduğunu anlamak bu bayrama kısmetmiş. Teyzeler, dayılar, halalar, kuzenler, kuzen çocukları… liste uzuyor… Tam cümbüş. Kalabalık benim için biraz ürkütücü olsa da Lâlocan halinden pek memnundu. Hele kuzenlerin ikiz çocuklarını gördüğündeki -anlam vermeye çalıştığı bakışı- bayramın unutulmazlarındandı.

Son günümüzde hiç göremediği dedesinin kabrini de ziyaret ettik. Ziyaretimizden sonra güneşli havadan faydalanıp Kordon’da paytona bindik. At, Lâl için Aydede kadar önemli bir kavram/dı. Ne zaman ki paytonda atın kuyruğunu kaldırıp da kakasını yaptığını gördü, işte o zaman at bütün itibarını kaybetti kızımın gözünde. Şaşkınlıktan gözleri kocaman açıldı ve “o ooooo” diye bir şaşkınlık narası attı. Biz gülmekten katılma seviyesinde : )

Dolu dolu noktaladığımız İzmir gezimizi İstanbul’da anneannelerde noktaladık. Bayramın son gününü anneannesi ve dedesiyle geçirdi Lâl. Özlem dolu sarılmalar, “üç günde büyümüşsün sen”ler…

İyi ki varsın Lâlocan, herşey seninle tamam şimdi.


















 

Read more...

Ya evde yoksan?

5 Aralık 2008

Çocukluğumdan beri evimize geldiğimde kapı ziline basarak, içeriden kapıyı birinin açıyor olması en sevdiğim duygudur. Kapıyı anahtarla açmak demek, ocakta kaynayan yemek olmadığından yemek kokusundan ne yiyeceğini kestirememek demektir, içeri girince sarılıp öpeceğiniz kimse yok demektir, kapı açılınca karanlıkla karşılaşmak demektir, soğuk demektir, sessiz demektir...

Dün akşam çok uzun zamandır evimizin kapısını kendi anahtarımla açarak girmediğimi farkettim. Lâl doğduğundan beri evde hep biri var ve ben kapı ziline basma şansına sahibim. Kapı açılınca önceleri yerde sürünen, şimdilerde annnni diye kapı sesine koşarak gelen, hızını alamayıp kapıya toslayan yine de ağzında kocaman gülümsemeyle beni karşılayan minik meleğim dün öğlen dedesi tarafından evden alındı ve anneanneye kalmaya gitti.

Bense akşam iş dönüşünde dalgınlıkla önce kapıyı çaldım.
Sonra evde olmadıklarını hatırladım.
Dipsiz kuyu misali çantamda evin anahtarını aradım. Kapıyı açtım.
Karanlık, ıssız, cıvıltısız... yani Lâl’siz.
Ben suratsız.

Işığı açınca kapının karşısındaki dresuarın üzerinde minik aydekkaları(ayakkabı) gülümsetebildi beni. Ve makinamı tekrar alabildim elime.

Read more...

Nedir yani?

1 Aralık 2008

Bir umutsuzluk, bir isteksizlik halidir gidiyor. Sadece ve sadece ve yoğun bir biçimde işlerime gömülmek istediğim günler yaşıyorum.

Ne uzun zamandır gitmek istediğim fotoğraf kursu, ne bu akşam çok izlemek istediğim filme gidiyor olmam, ne güneşli bir İstanbul gününde Sultanahmet’te geçirilen çekim dersleri, ne bayramda yapacağımız küçük kaçamak, ne o, ne bu. Yazmak istemiyorum, fotoğraflamak istemiyorum.

Koyun gibi hissediyorum kendimi, kim ne derse itiraz etmeden yapacak kıvamdayım. Lâl’in evdeki cıvıltısı bile kesmiyor bazı günler. Aksine yoruyor bile diyebilirim. Yorulduğum için suçlu hissediyorum. Suçlu hissedince kendime küsüyorum. Kendime küsünce kendimle iletişim kuramıyorum. Kendimle iletişim kuramayınca sorunlarıma çözüm bulamıyorum. Böylece sonsuz döngü gidiyor.

Nedir yani?

Şimdi dikkat ettim de yazının kategori adı bile tuhaf. Halet-i ruhiye ne ki? Ruhiye nasıl bir şey? Peh!

Read more...