Dantel çorap, lavabo, kukla gösterisi, gazoz kapakları, bebek piyon ve portakallı bahar...

29 Ocak 2012

Bu haftanın başında Pazar gecesinden eşyalarını hazırlarken çökmüştü üzerime ayrılık hüznü ve akabinde ne yalan söyleyim koca bir haftanın özgürlüğü… Eşyalarını o uyuduğunda hazırlamıştım, uyanık olsaydı yanına ne isterdi diye ince ince düşünüp bir bir yerleştirmiştim… E kendimi onun yerine koyup da hazırlık yapınca aslında hiç de ihtiyacı olmayacak şeyler girdi çantaya… Kolyeleri, kol saati, güneş gözlüğü, micky’li ince çorapları, dantel ince çorabı, birkaç elbise, şort, etek, peluş pırıltılı yeleği, barbie’leri derken baktım gerçek ihtiyaçlar hala dışarıda ama çantada yer kalmamış… Hızla çıktım kendimi O’nun yerine koyduğum modumdan ve anne kimliğimle yer açtım pijama, çamaşır, kalın kilotlu çoraplara…

Pazartesi sabahı okula babannesine götürüleceği eşyaları ile bırakıldı ve dedesi tarafından alındı… En çok da burası koydu bana… Sanki haince O uyurken hesaplamış, O’na hiç sormadan/söylemeden alınmıştı okuldan… Neyse ki babanne evi çok neşeli, bolca şımartıldığı, her güne bir etkinliğin planlandığı ikinci evimiz…

Er kişi de yoktu bu hafta iş seyahatinden sebep… İşin özgürlük kısmı tam da burada başlıyor işte… Evdeki özgürlükten bahsediyorum… Hani kumandanın spor ve tartışma programları arasında zaplanmaktan başınızın dönmediği, er kişinin ayakkabılarını dolaba kaldırmak zorunda olmadığınız (bunu beceremiyor benim er kişi), mutfağa taşıdığı bardakları lavabonun içinden çıkarıp makineye dizmeyeceğim (lavabo içine bırakılan herşeye gıcığım var benim), yatak örtüsünü açmadan yatağa girdiği için söylenmeyeceğim koca bir hafta…

Öyle olmadı işte… Bana bir vurdumduymazlık geldi ki… Sanki o evdeki düzen abidesi kadın gitti yerine teenage yaşlarda eşyalarını ortalığa savuran, üzerinden çıkardıkları yığınla ortada duran, ayakkabılar dolabın önünde - mescit gibi sinir olurum-, telefon şarjının bir ucu prizde diğer ucu barsak gibi sarkıyor, mutfak tezgahının üzeri kahve fincanları, bilumum sıvı şişeleri hatta öyle ki gazoz kapakları dizi dizi, cips poşetleri desen cıvıl cıvıl…

Bu sabah kendime geldim…

Onların yokluğu büyük bir otorite boşluğu yapmış bünyede… Hızla evi topladım, pakladım. Gidip Lâl’i aldım Oyuncak Müzesi’ndeki kukla gösterisinden. Kızlarla kahve içip, vitrinleri dolaştık. Bizimki biraz edalandı tabii anneyi bir hafta sonra görünce, bir bebekleşmeler, ne istediğini bilememeler. Akşam eve dönerken başbaşa kaldık bir haftanın sonunda… {Hani ben uyurken yanağımdan öpüyormuşsun ya beni, bu gece birlikte olduğumuza göre yine öpersin dimi} dedi. Ah çocuuuk dedim kim kime öğretiyor acaba hayatı?

Odasına girince babasının karne hediyesi olarak aldığı satranç takımını gördü yatağının üzerinde. Laf aramızda bu sabah mutfak masasının altında alışveriş poşetlerinin arasında bulmuştum zavallı hediyeyi, hemen götürüp yatağının üzerine bırakmıştım. Taşlar hemen dizildi. O beyaz oldu ben siyah… En başa kaleyi koyacaksın dedi, yanına da at ve fil gelirmiş, şah ve rezil en güçlüsüymüş (vezirin formasyon geçirmiş hali), piyonlar bebek gibiymiş… Ne yalan söyleyim satranç dersi almasına kanaat getirdiğimizde sırf pilates seçimimize ayıp olmaması için satrancı da eklemiştik. Mahçup etti beni ;)

Er kişi de az önce aradı, inmiş geliyormuş… En sevdiğim votkadan almış bana, portakal suyunu hazır etmemi salık verdi. Beni bu saatte ve bu yaşta ancak sıcak bir ıhlamur adam eder diyecektim, diyemedim…

Yarın sabah Pazar kahvaltımızda hep beraber cıvıldaşacağız yine. Söz lavaboyu dert etmeyeceğim ;)

İyi Pazarlar.

Fotoğraflar geçen bahar gittiğim Antalya seyahatinden... İstanbul'un soğuna portakallı gönderme ; )


Read more...