Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan…

23 Nisan 2008

Çocukluğumuzda sıklıkla okutturulan bu şiirin bir gün hayatımın en önemli, en heyecanlı, en aşk dolu ve en tarif edilemeyen duygularımı perçinleyeceğini o günlerde bilemezdim. Ama merasimlerde tekerleme gibi söylediğimiz bu şiir hayatımın en coşkulu satırları oldu. Evet "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan..."



1 sene önce 22 Nisan gecesi sabahı sabah ederken nasıl heyecanlandıysam yine aynı heyecanı yaşadım. Hatta daha da heyecanlandım denebilir. Çünkü tam 1 yıldır hayatımıza giren bir mucizeyi büyütmüş ve biz de onunla büyümüştük. Mucize’miz bir senede ne kadar büyümüştü aslında. Önceleri kendi kendine pırtlayıp, gark’lamayı, parmağımızı gözleriyle takip etmeyi, yakalamayı, gülümsemeyi, yüz üstü dönmeyi, dönünce altta kalan kolunu kurtarmayı, alkışlamayı, bazı heceleri söylemeyi, burnunu göstermeyi, bir bir söylerim tekerlemesini uygulamalı göstermeyi, telefonu kulağına götürüp eyoo diye seslenmeyi ve daha neler neler… Evet bu sabah kesinlikle çok daha heyecanlıydım, bir bireyi yetiştiriyoruz ve onun her ilk’i evimizde bir şölene dönüşüyor….Ve biz bu süreçte yanımızda olan herkesle kızımızın bu çok özel ilkinin paylaşmak üzere bir doğum günü pikniği organize ettik. Bizimle olan, gelmek isteyip gelemeyen, e-mail, mesaj ve telefonlarıyla tebriklerini gönderen herkese teşekkür ediyoruz.


















Çifte doğumgünü
Kanka halamız Nazan'ın da doğumgünü 23 Nisan olduğu için onun için hoş bir sürpriz yapıp pasta kestik. Geçtiğimiz yıl ille benim doğum günüme denk getir doğumunu diye çok ısrar aldım kendilerinden ama hiç bir müdahele olmadan Lâl halasına bir sürpriz yapıp onunla aynı günde hayata geldi.








Hediyeler, notlar...
Görmemişlik yapıp hediye ve notlarını bile blog'una koymuşsun diyenlere cevabım; Evet görmedim. Bizleri mutlu etmek için elinden gelen her şeyi seve seve yapan böyle büyük ve güzel bir aile görmedim.












Ve teşekkürler…
Eşime, anneme, babama, kayınannemlere, cici babanne ve cici dedemize, arkadaş ve dostlarımıza kızımızın bu ilk yaş gününde bizlerle beraber olup ona ileride anlatacağımız güzel bir doğum günü yaşattıkları için ; ve kendime bu satırları yazarak kızımıza ileride okuma fırsatı verdiğimiz için teşekkür ederim.


Bir kutlama daha – 27 Nisan 2008


Kızımızın kankası Ela rahatsızlığı nedeniyle doğum gününe katılamadığı için canım arkadaşlarımız Selda ve Kemal bizlere çok hoş bir sürpriz yaptılar ve bir pasta daha kestik. Mumu üflerken Ela’nın da bize katılması için çok ısrar ettik ama Ela oyuncaklarıyla oynayıp “aydede aydede senin evin neredeee?” şarkısını söylemeyi tercih etti. Gerçi “Senin evin nerede?” kısmı tamamen bizim tahminimiz. Orada ne söylediğini henüz kimse anlayamadı. Sanırım çocuklarımızı daha sık bir araya getirip sosyalleşmelerine fırsat vermeliyiz :)











Read more...

Bol oksijenli bir haftasonu

19 Nisan 2008

İstanbul'un göbeğinde doğaya bu kadar yakın olup aynı zamanda bir o kadar uzak yaşamak böyle bir şey olmalı. Lâl bu haftasonu çimlerle ve muhtelif otlarla haşır neşir olma çabasında bulundu. Çabaladı çünkü çim zeminde oturmak, otları avuçlamak nasıl bir his bilmediğinden ilk oturmasında bastı yaygarayı. O anı fotoğraflayabilmeyi çok isterdim ama biz de bu kadar yadırgayacağını bilemediğimizden hazırlıksız yakalandık. Sonraki denemelerimiz daha başarılı olsa da oturduğu yerde duramayan, düz duvara tırmanmaya çalışan Lâlocan oturduğu yerde kalakaldı : )














Read more...

Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından…

14 Nisan 2008

İstanbul’un dört tarafı lale bahçeleri afişleriyle çevriliyken ve çevremizden de mutlaka görmemiz gerektiği konusunda teşvik ediliyorken bizim başımız kel mi dedik? ve düştük yollara. Havanın açık olduğu bir Pazar günü İstanbul trafiği nasılsa –ki ayrıntıları yazmak hatta düşünmek bile beni şu an yoruyor- bütün cefaları çekerek varabildik Emirgân’a. İlk girişimimiz görevlinin caddeye inip arabaları içeri almamasından dolayı başarısız oldu. O kadar eziyetten sonra içeri giremediğimiz için ufak çaplı bir cinnet durumu oldu ama babamızın sakinliği olayı kurtardı ve kendimizi Yeniköy sahilde bir kafede bulduk. Lâl burada ilk defa dalga seslerini bu kadar net duyabildiği için dalganın kıyıya her vurmasında korkuyla heyecan arasında titreyerek sarıldı babacığına.








Birkaç saat burada oyalandıktan sonra 2.bir girişimde bulunarak kendimizi nihayet lale bahçelerinde bulduk.
Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından…
Bahçeyi dolaşırken bu şarkı dolandı dilime. Evet, Lâl olmasa bir Pazar günümü bu şekilde trafikte geçirmeyeceğimden emindim. Tam da şarkıda söylediği gibi aslında “Sen olmasan buralara gelemezdim ben, sevemezdim bu şehri anlamazdım dilinden… “

Read more...

11.ay muayenesi ve talihsiz bir bekleyiş hikayesi

5 Nisan 2008

11. ay muayene sonuçları çok iyi çıktı. Lâl’in artık hatıraları oluşmaya başladığı için son 4-5 aydır doktorunu görür görmez basıyor yaygarayı. Ama ne ağlamak! Doktorumuzun söylemesine göre ileride daha hastane sokağına girince ağlamaya başlayacakmış.
Bu muayenede vitaminlere devam edip etmemesine karar vermek üzere doktorumuz kan ve idrar tahlili istedi. Nasıl olur? Hadi kan alınırken kucağımıza oturtup oyalarız ama idrarı nasıl veririz diye kara kara düşünürken hemşire geldi ve bir torba bağlayacaklarını söyledi. İşte o günün macerası da bu torbanın bağlanmasıyla başlıyor.

Lâl çok büyük cesaret örneği göstererek kan alınırken azıcık sızlandı ama hiç ağlamadı. Gelelim torbayaaa!!! Yarım saat geçti yok, 1 saat geçti yok. Bu esnada bir biberon dolusu su bitirdi. Üzerine mama içti. Eli kulağında yaptı yapacak diyoruz. Yok. Bekledi mi gelmiyor işte. Annemin aklına geldi, lavaboya götürelim, musluğu açıp başında bekleyelim dedi. Yaşa annecim tecrübe böyle bişey işte, kesin olacak diye düşünüyoruz. 10-15 dk. lavabonun başında bekliyoruz. Tekrar kontrol ediyorum yok! Tekrar su içirelim. Eliyle ittiriveriyor biberonu, istemiyor. Bu arada hastane laboratuarında gelen geçen hâlâ yapmadı mı diye soruyor? I ıhh. Hadi tekrar lavabo başına.

Beklemeye başlayalı 2 saat oluyor neredeyse. Babasının aklına bardaktan bardağa su boşaltmak geliyor. Süper fikir! Geçiyoruz su sebilinin yanına, hemen onu uygulamaya başlıyoruz. Bu arada bezin açılıp kontrol edilme sıklığı 10 dk.ya falan düşüyor. Her seferinde yok. Kuzucum sıkıldı, babasının kucağında çoraplarını çıkarıyor, giymeye uğraşıyor. (sadece ayağının üstüne çorabını denk getirerek yaptığını sanıyor ama olsun) Bu işte bir tuhaflık var, mümkün değil artık diyorum ve dalıyorum tekrar bezine. Aman yarabbbbiii. Yapmış. Ama bezine. Aç kapa kaydı herhalde torbası : ( 3 saattir bütün uğraşlarımız boşa gitti. Daha da kötüsü Lâl fena halde sıkıldı ve uyuku saatini kaçırdığı için mahmurlaştı. Sonra ne mi oldu? Anne ve baba olaya el attı. Bu torbanın dibine denk gelen mini minnacık idrar örneğinin yeterli olacağına laborantları ikna ederek ayrıldılar hastaneden. Kuzucum da hemen yemeğini yiyip mutlu bir uyukuya daldı.


Read more...

Anneanne, dede ve teyze çıkarması

3 Nisan 2008

Efendim bu çıkarma yazısı alışageldiğimiz çıkarmalar gibi “destan yazdık, mücahit ailemiz, vb.” manşetleri içermiyor. Bu çıkarma anne, baba ve yardımcıları Gül abla’nın Lâl’in 5.dişini çıkaramaması esnasında uyukusuzluktan pillerinin bitip, hayalet görünümüne büründüğüne kanaat getiren anneanne, dede ve teyzenin olaya el koymasından ibarettir. Konuya böyle açıklık getirdikten sonra buyrun seyreyleyin gecenin ayrıntılarını.










Diş ağrısını unutturma çalışmalarıTeyze daha bi enerjik görünüyor
Dedeyi uyuttu bile : ) 

Read more...

5.diş ve bir firarın öyküsü

2 Nisan 2008

Birkaç gündür Lâl çok huysuzlanıyor. Bulduğu her şeyi elinde önce inceliyormuş gibi iyice gözlerine yaklaştırıyor, evirip çeviriyor, hıh tamam merak etti inceleyecek diyorsun ve 1 sn. gözünü diğer tarafa çevirdiğin an hoooop elindeki nesne ağzının içinde. Biliyor ya her şeyi ağıza götürmek olmaz, o da numara yapıp kandırmayı öğrendi. Gündüzleri oyalanacak şeyler olduğu için bir nebze daha rahatız. Ama geceleri çok zorlanıyoruz. Uyukusunda sağına dönüyor, soluna dönüyor, mızıldanıyor, ağlıyor. Düzeltip, başını okşayıp sakinleştiriyoruz, 10. dk. sonra yine aynı döngü başlıyor. Ve biz 3 gecedir sabaha kadar bir elimizde silikon diş kaşıyıcısı, diğerinde jel nöbet tutuyoruz. Yanımıza alıp uyutmak bile fayda etmiyor. Derken bu sabah Toygar bu duruma dayanamayıp firar etti evden. Sabah saat 6:00. Gayet güzel üstünü giyinmiş, taranmış falan öyle dikiliyor karşımda. Aslında o da uyuyor ayakta. Hayırdır nereye diye soruyorum, işe gideyim bari diyor. Nasıl yani bu saatte niye ki falan diyorum ama gidişini sorgulayacak halim de yok, mecbur kabulleniyorum. Ben de ona güvenmiştim, tek araba gideriz ben de yolda uyurum diye. Lâl nihayet derin bir uyukuya dalıyor sabaha doğru ve ben evden çıkana kadar da uyanmıyor. Peki evden firar eden babaya ne oluyor? Muhtemelen ofise gidip, ayaklarını bir sandalyeye uzatıp mışıl mışıl uyuyor. Bunu ayrıyeten konuşacağımızdan habersiz... : )

Read more...