Çocuklardık. Beypazarı’nda.

25 Mayıs 2009

İçimde büyüttüğüm özlemmiş, çocukluğuma özdeş.

O eskiden dut ve kiraz ağaçlarıyla çevrili bahçeden girince zaman makinasına girmişim sanki.

    [Çocuklaaaar... çabuk inin o ağacın tepesinden büyükbabanız görürse kızacak karnınız ağrıyacak diye] zira sabırsızdık biz, olgunlaşmayan meyvaları yemek isterdik. [Gökşeeen... kızım tırmanmayın duvarlara kardeşlerine kötü örnek oluyorsun][Çocuklaaar dut silkiteceğiz, tutun şu çarşafın ucundan...] [Asmaların küçük, ince yapraklı olanlarından toplayın e mi kızım, etli dolmaya ince yaprak yakışır. ]

Hatırlayabildiğim en az onbeş sene olmuş...

Arnavut kaldırımlı yollar asfalt olmuş...

Evin karşısında caminin yanındaki boş arazi çocuk parkı olmuş...

Lâl salıncakları görünce ne sevindi... Oysa biz ağaç gövdelerinden salıncak yapardık, merdivenlerden kaydırak... Tornetimiz vardı bizim, sokağın bir ucundan diğerine kendimizi bıraktığımız...

“Sadık bakkal" - adı üstünde- hala yerinde ama külahta satmaz olmuş çekirdeği, çağa ayak uydurmuş belli, ambalajlı paketler almış külahların yerini...

Düştük yola, çocukluğumuza... Vardık Beypazarı’na... Evin kapısı açık yine sonuna kadar, hiç kapanmazdı ki zaten.

Ananneciğimin sesi kulağımda “Gök kızım hoşgeldin”... Köşesinde pirinç ayıklıyor yine.

Büyükbabam takmış yakın gözlüklerini gazetesini okumakta... Kaldırdı kaşlarını uçuk gülümsemesiyle uzattı elini... öpüp başıma koyayım diye... Cebinde mutlaka Ülker Napoliten çikolata, öpüp alnıma koyduğum elini öptükten sonra uzattığı... Böyleydi onun özlemini ifadesi...

Kaç çocuktuk bilmiyorum. Hiç sayılmazdı yemek öncesinde sofraya kaç tabak koyalım diye. Defalarca sofra kurulurdu herkes yiyene kadar. Masaya ilk oturanla son oturan grup arasında bir öğün bile geçerdi de kimse şikayet etmezdi o günlerde... Şimdi öyle mi?

Evin girişinde aynanın kenarına anneciğimin iliştirdiği büyükbabamın el yazısıyla vasiyeti...

“evlatlarım” diye başlayan... “birbirinizle husumet, kırgınlık yaşamayın...” diye devam eden, “eşime, çocuklarıma, damatlarıma ve torunlarıma hakkım helal olsun” diye biten... beni de bitiren... heeey gidi Hüseyin Özkan dedirten...

Koca eve geldik işte biz. Kucağımda kızım. Yanımda eşim.

Küçük Gök kızın ve eşi, kara oğlun, diğer torunlarınla beraber... Hep sizi andık, hep sizi söyledik...

Bir yanımız eksik kaldı yine de. Cıvıltımız buruk. Keşke dedik eski gibi olsak yine, tastamam.
Ne de olsa...


Çocuklardık
parlak yıldızlardık
o zaman



nokta

Read more...

Dolo dolu haftasonu…

18 Mayıs 2009

zun uzuuun yazışmaların sonrasında Cumartesi günü blog dostlarımızla toplandık. Hande-Cem(Jim), Berna-Can, Ebru-Rima ve Serap-Kerem(her ne kadar Kerem’i tanıyamasak da) Zuzu’da beraberdik. Minikler oyun odasında çok da birbirleriyle ilgilenmeden, kendilerince takılsalar da biz anneler bir araya gelebilmenin tadını çıkardık. Birbirini tanımayan bizlerin beraberlerken konuşacak bir sürü mevzusunun olması şaşırtıyor beni... ki ben çok konuşkan değilimdir ilk tanıdığım insanlarla bir araya gelince; bundan sebep tocamın “bayan protokol” yakıştırmasına maruz kalmışlığım vardır... Yakıştırmamı kulak arkası edip sımsıcak bir sohbetin içinde buluverdim kendimi... Miniklerse hallerinden memnun ya boya derdinde, ya at tepesinde... İşte bu güzel günden, güzel bir kare...




Pazar sabahı ise kahvaltı sonrası bünyeye yerleşen n’apsak da günü değerlendirsek serzenişleri bizim de anlamadığımız bir gelişme hızıyla kendimizi Fener-Poyrazköy’de bulmamıza neden oldu.

"Meyletti yanağından ışık saçan gümüş göğüslü yare
Gönül kelebeği uçup kondu şimdi fenerden fenere"

75 metre daracık merdivenlerden tırmanarak çıktığımız fenerde gözlerimin mavisi karıştı sanki boğazın mavisine... meylettim denizin sakinliğine...

Okul öğrencilerinin şehir yakınlarında götürüldüğü gezelim-görelim turlarındaki haşarı çocuklar gibi kikirik kikirik indik Fener’den...

Lâl’in uyanmasıyla sonlanan Fener gezimiz Poyrazköy’de iyot ve yosun kokulu salaş bir balıkçı lokantasında midelere şenlik devam etti... Balık ve türevlerinden pek haz etmeyen şahsımın balıkçı lokantalarında neden mutlu olduğunu da anlamış değilim ya neyse ki kızım babasına çekmiş olsa gerek : )



Lâl’in geçtiğimiz hafta evin penceresinden bakarken gördüğü ve tanıştığı uçurtma ise hepimizin özlemini duyduğu bir aktiviteymiş meğer. Baba, dayı, dia, tertan ve filiz teyze sahilde çocukluklarına dönerken, Lâl kavramsal olarak uçurtmayla ilgilenmiş ama kumlarda yürümeyi daha cazip bulmuştu.


Kumdan ve denizden ayrılamadık...

Read more...

Anneler günü @Sapanca

14 Mayıs 2009

Bir demet papatya sen tarafından seçilen
Bir çığlık “anneye hüpyiiis yaptıım beeen”
Bir anne otel balkonundan yarı belinde sarkan, böbür böbür [o papatyaları kucağında taşıyan var ya, işte o benim kızım]
Bir baba en incesinden
Bir anneler günü ilk sen’den




Raporlu yattığım günlerin acısını çıkarırcasına, kendime yaptığım bakım kürlerinden sonra neredeyse tocanın vetosuna uğramak üzere olan Sapanca kaçamağımızı gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Sonunda gezmek var ya, vetoyu yememek için ilaçlarımı dakikası dakikasına aldım, iki gün yattım, üç öğün yemeğimi yedim, ne yalan söyleyim ağır ablalar gibi sabah uyanınca ilk iş şalımı bile attım omuzuma...

Sapanca’da Ela’larla buluşup otelimize yerleştikten sonra attık kendimizi göl kenarına...

Ördekleri besledik, serçelerle şakıdık, çiçekleri kokladık...








Kah bıcırıkları iskele üstünde yakaladık... kah attık kendimizi salıncaktaki esintiye...

Babamızın kulağına [hapşuuuu] yapıp, sadece kendimizin eğlendiği ve bildiği bir oyun yarattık...



Top oynadık... yuvarlandık...



Puset ve şapka krizi yaşadık ama uzlaştık...

Pipetle meyve suyu içmeyi öğrendik (bknz: üzerindeki lekeler), kaykayda kay-a-madan dikildik...

En kötü günümüz böyle olsun dedik...



Veee buz dağının arkası

İlk defa kendi yaşıtından biriyle bu kadar uzun zaman geçiren miniklerin kriz anları da olmadı değil.

Ela neredeyse hiç yemek yemedi, ilk gittiğimiz gece hiç uyumadı.

Lâl “evimise gidelim yataaamda uyumak istedim ben” diye tutturdu.

Ela göle düşme tehlikesi atlattı, iplerde asılı kaldı. Duyarsız halkımız benim çığlıklarım karşısında değerli totolarını kımıldatmadı bile.

Yemeğe gittiğimiz akşam Lâl pusetini Ela’yla paylaşmak istemedi. Yaygara yapan Ela’yı yatıştırmaya çalışan Selda’nın tahammül sınırları zorlanmaya başlayınca Ela’yı dışarı çıkarıp oyaladım biraz. Yerimizde döndüğümüzde Lâl bana yapıştı, [Lâl de ağliiyoo anne] ... Buradaki –de takısının önemi büyük. Sadece [Lal ağlıyor] demiş olsaydı sıradan bir ağlama olduğunu düşünecektim. –de kullanarak, Ela ağladığı için onunla ilgilendiğimi düşünen bıcır kendisi de aynı taktikle ilgi toplayacağını anlamıştı.

Komşunun tavuğu komşuya kaz misali; Ela, neredeyse aynı şapkadan kendinde olduğu halde ısrarla Lâl’inkini takmak istedi, Lâl vermedi, Ela ağladı, Lâl ağladı... Uzun süre yatışmadılar... Öyle ki Lâl uyukusunda [O Lâl’in] diye sayıkladı.

Otelden ayrılma saatimiz Lâl’in uyuku saatine denk geldiği için Lâl’i yatağından ayıramadık. [Buydaa uyumak istedim ben] isteğine karşılık, babasının [Lâl biz gidiyoruz, sen arkamızdan otobüsle gelirsin artık] açıklamasına el sallayarak [hoçççakalııın] dedi : ) maalesef cikletle kandırma yoluna giderek odadan ayırabildik.

Read more...

Bugün

8 Mayıs 2009

Bugün anne-yarısı'nın noungünü.

Lâl, teyzesini telefonda tebrik eder [İykiii dooodun Ayçe Laaal]

N'apsın, kısa süre önce ona verilen bilgi bu kadardı :))

Canım, mutlu seneler. Hayatında hep dolphinli hüpyisler olsun :)

Read more...

Keyf-i hallerimiz

6 Mayıs 2009

Dört gün tatil, bloggerların buluşma programı, tül-perdeler de çok kirlenmiş hazır evdeyken yıkanmalı, misafir ağırlanmalı, yağışlı haftasonu haberleri, blogger programının iptali, kendimi iyi hissetmiyorum vitamine mi başlasam, dur kızım asılma, zeytinyağlı barbunya, fırında çipura, otrivine, tamam Lal’cim parka da gidelim, öküzgözü-boğazkere, kahvaltıda dia’ya, calcium-sandoz, derbi izlenmeden hafta bitmez, yorgun hissediyorum, süpriiiz biz geldiiik, selpak getirsene, ıhlamur da pek sevmem ama, evet biraz üşüttüm galiba, Lâl’cim baban şehirdışına çıktı ya bugün hüpyis getiremeyecek, doktora mı? ne gerek var, aspirin plus c, yok hala iyi değilim sanki dayak yedim, peki gideyim, öhööö öhööö, akciğer filmi, rapor, zatürre başlangıcı, bir torba dolusu antibiyotik, terazi lastik jimnastik : )

Read more...