Yarın ola hay’rola.

31 Mart 2009

Ağladım.

Çaresizlikten, sinirimden, yorgunluğumdan...

Ne doğaçlama yöntemler, ne edinilen tecrübeler, ne Montesseori, ne Ferber, ne pış pış, ne fış fış...

Olmuyor. Uyuku en büyük düşmanı...

Yatağına kendisi gitmek istiyor. Her akşam ki rutinlerimizin sonrasında, uyuku saati geldiğinde eimden tutuyor [minik Lâl uyu] diyor. Gidiyoruz yatağına, kucağında Şişman. Önce onu uyutuyor. Üzerini örtüyor. Açıyor. Örtüyor. Açıyor. Kendi üzerini örtüyor. Açıyor.
Bunalıyor yastığının ters yüzünü çeviriyor. Olmuyor yastığını ikiye katlıyor. Vazgeçiyor atıyor yastığı. Atınca sinirleniyor geri istiyor. [Anne heykes uyudu] diyor, [Evet uyudular] diyorum.
Herkesi tek tek sayıyor. Baba, abla, babanne, Eya, Dia, Abi ve aydede pek tabii...
[Anne göbeeemi kaşı] diyor. Ama bunu yüzüstü yatıyorken yapmamı istiyor.
[Sırtını kaşıyayım Lâl'cim] diyorum. Kıyamet kopuyor. [Göbeemi göbeemi]
[Tamam ama sırtüstü yat o zaman, bu şekilde göbek kaşınmaz] açıklaması yapıyorum.
İkinci kıyamet geliyor. O yüzüstü yatıyor, ben aralardan biyerlerden göbeğe ulaşmaya çalışıyorum.
Tam daldığını düşünürken, fırlayıp ayağa kalkıyor. Şişmanı veriyor, Tavşanı istiyor.
O da ne! Tavşanın üzerindeki kıyafetini çıkarıyor. [Tavtan badi giy].Tavşanın üzerindeki kıyafetin tavşana çok yakıştığı anlatılıyorum, vazgeçirmeye çalışılıyorum. Olmuyor. Boğazım kuruyor laf anlatmaktan.

Sinirlerim yay gibi fırlıyorum odadan dışarı.

[Anneee geeel. Cabuk geel anne.]

Acil durum sinyalini alan baba odaya dalıyor. 10 dk. sonra geliyor, uyudu diyor, beni kızdıracak bir iki laf atıp takılıyor.

Hepsini unutuyorum, rahat bir ohh çekiyorum.

Bugünü de kurtardık bakalım saat 23:30 itibariyle. Yarın ola hay'rola.

Read more...

Bu sabah…

26 Mart 2009

Bu sabah bu ülkeyi terketmek istedim. Bir kaç parça eşya alarak yanıma, kızım ve eşim gidelim istedim. Arkamıza bakmadan, vedalaşmadan.
Başlıkta bu sabah dedim ama konu dün akşama uzanıyor esasen.

Dün akşam tocayla yaşadığımız fikir ayrılığından kaynaklı, Lâl odaklı bir tartışma sonrası mutsuz uyanılan ve yine yağmurlu bir İstanbul sabahı... Üzerine Radyo D’de her sabah dinlediğimiz Uğur Dündar sohbeti... Bu sefer sohbetten öte isyanı.

Bu isyanı dinlerken işte... gitmek istedim... terk-etmek. Ülkeme, yönetenlere, yönetmeye aday olabilecek insanlara, kanuna, hukuka, kutuplaşmaya, teröre, yargıya; bir ülkeyi memleket yapan tüm değerlere olan inancımı kaybettiğimden çekip gitmek. Kızımı başka bir ülkede de büyütebilirim elbet. Haksız mıyım?

Genel seçim havasına sokulan yerel seçimlerden, seçmen adaylarının birbirlerine terbiye sınırlarını aşan hakaretlerinden, seçim bayraklarıyla panayır yerine dönen sokak ve caddelerden, kapı kapı dağıtılan kömür, beyaz eşya vb. türevlerin sosyal yardım adı altında sadaka ekonomisi yapılmasından...
Burada bir parantez açmak lazım; [Tunceli’ye 4 trilyon değerinde beyaz eşya yardımı yapıldı, bu parayla bu şehire istihdam sağlayacak yeni iş kolları kurulamaz mıydı? Kurul-a-mazdı tabii, uzun vadede geri dönüşü olan istihdamın seçim sandığına nasıl bir etkisi olabilir ki?]

İstanbul’da seçim söylemi olarak metrobüs hattının trafiğe olumlu etkilerinin gözümüze gözümüze kakılmasından. [“Tercihli yol”un adını da metrobüs yaptılar ya... yedirdiler ya...]

Ülkeyi sata sata bitiremediler, başbakan “toprak satılıyorsa alıp götürmüyorlar ya” diyebildi. Yüzü kızarmadı. Türk Telekom’u Arapların, Türkiye Finans’ı Kuveyt’in, TEB Fransız’ın, Fox’u ABD’nin, Turkcell’i Fin-Rus ortaklığının kucağına bıraktılar, yetmedi 2B arazi yasasını çıkardılar. Satışlarından 25 milyar dolar bekleniyormuş. Acaba bu parayla hangi sektöre yatırım yaparlar? Yumurta tozu mu? Armatörlük mü? ÖTV’den muaf pırlanta işi mi?

18 çocuğun yaşamını yitirdiği olayla gündeme gelen kaçak kuran kurslarına ceza indiriminin iptalini içeren yasa önerisi reddediliyor. Bu faciada kızı yaralanan bir baba “kızım baleye, diskoya mı gitti sanki, neden abartılıyor?” diyor. [Çocuğu bale yapan, danseden anne babalar tü-kaka, çocuklar potansiyel arsız!]

Başbakan bir mitinginde derdini anlatmaya çalışan çiftçiye “ gözünü toprak doyursun” diyor, başka bir mitingde “parasızlıktan böbreğimi satıyorum” pankartı taşıyan vatandaşa burası sakatatçı dükkanı mı? diyor. [Buna yorum bile yazamıyorum!]

Newsweek’in geçen haftaki kapak konusu “AKP kendi derin devletini kuruyor” şeklinde. [e h(g)ukuk devletinde kadrolar tamam, 3 yılda 4.900 küsur atama yapılmış, bu sayı Ecevit Hükümetinde 2,5 yılda 1.600 atama. Sıra derin devlette! ]

En son dün akşam radyodan dinlediğim isyan da tuz biber oldu işte. Yargıya olan güvenin sarsılması. O kadar güzel açıkladı ki Uğur Dündar : “Vicdanı nasırlaşmamış cesareti prangalanmamış bütün hukuk adamlarına sesleniyorum; biri bizim namusumuzla oynarsa bunun hesabını yargıda sorarız. Ama yargı bunu yaparsa ne yapacağız??”

Bu soruya cevap veremedim işte. "Deniz Feneri " olayının Türkiye'deki uzantıları hakkında bile herhangi bir dava açamayan yargı, adalet, h(g)ukuk sistemi karabasan gibi çöktü üzerime.

“Kızını da, kocanı da al git” dedi. [Saygılar Başbakanım]

Not: aile içinde bu görüşlerimizi sık sık dillendirsek de, bu konuları kızımın bloguna yazma gayretinde olmadım hiç. Bu sabaha kadar. Bugün yazmak istedim, kızım günün birinde bunları okuduğunda onun geleceğiyle ilgili, kendimizle ilgili nasıl kaygılar taşıdığımızı bilsin istedim.

Read more...

Alt beynimin ettikleri ve hayırdır inşallah : )

19 Mart 2009

Rüyamda, sevgili Hande doğum yapmış onu ziyarete hastaneye gidiyoruz. Hastanedeyken ben bir anda hamile oluyorum. Ha doğurdum ha doğurcam yani öyle koca bir göbek. Elimi karnımın üzerinde gezdiriyorum, bebek bir sağa bir sola hareket ediyor. Avuç içimle hissediyorum hareketlerini. Hatta şu an yazarken bile aynı hissiyat avuçlarımda.
Sonra bir doktor geliyor, doğuma çok az kaldı epiduralle alalım bebeği diyor. Tamam diyorum. Bir taraftan da korkuyorum, neden kabul ettim keşke sezeryan olsaydım falan diye düşünüyorum. Doğum oluyor. Bir erkek bebek, mavi gözlü akça pakça. Lâl’e bir kardeşinin olacağını söylemeye bile fırsatımız olmadı, nasıl açıklayacağız şimdi diye hayıflanıp duruyorum. Doktoru görüyorum sonra, kadıncağıza epiduralle normal doğum yaptığım için şimdi sezeryandeki gibi göbeğim kalmayacak dimi diyorum? Yok diyor, sen rahat ol göbek falan kalmaz diyor : ) Hande’nin yanına gidiyorum, bak sana ziyarete gelmiştik, gelmişken ben de doğurdum bir tane diyorum. İyi yapmışsın diyor Hande, beraber büyütürüz diyor. Öylece uyanıyorum. Avuç içlerim cayır cayır.

Şimdi sabahtan beri düşünüyorum ne bu şimdi diye?

İhtimaller;
İlkay’ın doğumuna az kaldı diye bilinçaltı yapmış olabilirim.
Primarima’nın dünkü yazısında İlkay’ın göbüşünü sevmesini bilinçaltı yapmış olabilirim.
Hande ile buluşmamızda ikinci bebek konusunu irdelemiştik bunu bilinçaltı yapmış olabilirim.
Nilsu’nun annesinin dün okuduğum yazısından Rüya’nın sayfasına geçiş yaparak epiduralle nasıl doğduğunu anlatan yazısını bilinçaltı yapmış olabilirim.

Son ihtimal, ben bebek istiyor olabilirim yahu.

Read more...

“Teğel”lendi

16 Mart 2009

[Merak etmeyin, ben plastik cerrahım. Teğellemek nedir, bilir misiniz?] dedi.

Bilirim dedim içimden, annem paça boylarını kısaltmak için öncesinde teğellerdi. Bu kadardı benim için “teğel”in anlamı. Geçtiğimiz Cumartesi sabahına kadar.

Sabah uyandı, odasından seslendi. Gittim aldım yatağından, yanıma getirdim. Bir haftanın özlemiyle koklaştık, boğuştuk. Ablası geldi sonra. Alayım mı yanınızdan dedi. Al dedim, ben de lavaboya geçeceğim. Bir müddet sonra, ben lavaboda yüzümü yıkarken ağlama/mızıldama arası bir ses duydum. Önemsemedim. Feryat figan ağlamadı da o yüzden önemsemedim. Bazen ayağı takılıp düşünce de benzer sesler çıkarıyor, sonra devam ediyor. Yine aynı zannettim.

Banyonun kapısını çaldı Yıldız. O an aklımdan [acaba?] diye geçirdim. Yok, insan yakıştıramıyor ki yavrusuna. Başka birşey için kapıyı çalmış olmalıydı. Açtım. Önce Yıldız’ın ağladığını gördüm. Sonra kızımın yanaklarından süzülen kanı. Yazması bile nasıl zor geliyor. Yakışmıyor bu satırlara. Kaptım kucağından. Yüzünü yıkadım, yanaklarını temizledim. Yarayı gördüm. Kaşının biraz üzerinde. Yaranın içi görünüyor. Derin.

O an’dan sonrasını çok net hatırlayamıyorum. Babayla telefon görüşmesi, üzerine bulduğun ilk şeyin geçirilmesi, kapının kilitlenmesi ve yola çıkış.

Çikolata sosu süreceğiz dedi doktor amca tentürdiyotu sürerken.

Sivrisinekler ısırmış dedi uyuşturucuyu enjekte ederken.

Yüzünü bezle kapatırken de saklambaç oynayacağımızı, seslenince ses vermesini istediğini söyledi.

Dikişi atarken toka takıyorum dedi en fiyakalısından.

Kuzum her aşamasında merakla dinledi doktor amcasını, hiç ses çıkarmadı.

Ben, babasının omuzları arkasına kafamı gömdüm. Cesaretimi topladıkça izleyebildim. İçim çekildikçe yine gömdüm.

Elinde ipod varken kalkmak istemiş, birden fırlamış yataktan. Komidinin üzerinde duran kitaplarıma doğru bir hamle yapmış, ayağı ipod’un kulaklığına takılmış ve komidine uçmuş.

Bütün hikaye bu.

Read more...

Lâl’in 5 hali.

13 Mart 2009

Kendi kendine komut veren Lâl.
İşten gelen anne eve girer girmez ellerini yıkamak üzere banyoya geçer. Lâl’de arkasından koşmaktadır. Anne, Lâl’in ayağında ev ayakkabılarının olmadığını görünce [Lâl’cim sen gelme, ayakkabıların yok ayağında. Taşa basma annecim. Orada bekle tamam mı?] der. Lâl bekler kapıda.
Ertesi akşam, anne aynı telaşla ellerini yıkamak üzere banyoya girer. Lâl de arkasından koşar ve tam girmek üzereyken kapıda durur. Ayaklarına bakar. Bir adım geri atar, [Lâl bekle] der.

Annesine kıyamayan Lâl.
Baba yemek masasında yemeğini yemektedir. Anne de ayakta durmuş bir şeylerle ilgilenmektedir. Lâl babasının elinden tutar [Baba kalk]. [Tamam babacım kalkayım. odana mı gidiyoruz? birşey mi göstereceksin  mırıl mırıl??...] Baba kızının elinden tutar, birkaç adım atarak masadan uzaklaşırlar. Lâl aniden geri döner. Babasını kaldırdığı sandalyeye pat pat vurarak [Anne otuy]der. Anneyi otutturur ve annesinin kucağına oturur. Baba öylece ayakta kalakalır : )

Mahçup Lâl.
Lâl salonun ortasında mırıldanarak dans etmektedir. Bir pırt sesi duyulur kendinden. Mahçup ve kısık sesle: [Ay paydon]

Teenage Lâl.
Gece uyumama krizi esnasında. Tüm aile bireylerini tek tek sorar, her biri için [uyudu] cevabını alır. Şansını denemeye devam eder, [Anne kipat oku]. Anne sabrının son demlerindedir. [Tamam Lâl’cim okuyalım.] Kitap hızlıca resimlerine bakılmak suretiyle okunur. [Anne kıymıs (kırmızı) kipat oku.] Anne derin bir nefes alır. [Lâl’cim onu da yarın akşam okuyalım saat çok geç oldu, tamam mı annecim?] [okeey.] Anne: [nasııı yani?]

Muzip Lâl.
Anne ve Lâl yine gece beraber uyuma seanslarından birindelerdir. Yüzleri birbirlerine dönük yatıyorlardır. Anne uyumuş numarasında gözlerini kapatmıştır. Lâl annesinin uyumadığın farkındadır. Parmağını annenin dişleri arasından geçirmeye çalışır, kulağını çeker, kaşını yolar, dudağından öper, parmağını annesinin burnuna sokar... Anne kararlıdır. Gülmez, gözlerini açmaz. Lâl annesinin yanağına eliyle şap şap şap 3 sefer vurur, arkasından [Kim oooo?] diye seslenir. Anne [muhahahhaaaa] şeklinde dağılmıştır.

Read more...

Mutlu yıllar annem

Can'ımsın. Can'ımızsın. Doğum günün kutlu olsun.



Seni çok seviyoruz.

Read more...

İlk deklanşör

9 Mart 2009

Mankenimiz İnek. Nam-ı diğer Şişman.



Ve Lâl’in ilk fotoğraf çalışması.

Read more...

Ne zannettiniz?

6 Mart 2009

Şimdi siz zannetiniz ki; bu karanlık ve kasvetli İstanbul sabahında yaza, güneşe, denize özlem duymuşum.

Duydum tabii de bu resim o özlemin göstergesi değil.

Bu resim bizim evde dün akşam ki kriz konusu.


Şöyle ki, dün akşam Lâl kucağımda bilgisayar karşısında geçmişi yad ederken bu resim çıkar karşımıza. (ki bu yad etme mevzusu Selda’dan çıkmıştır dün, anladın sen onu : ))

Lâl telaşla, sol bacağını kaldırıp ekrana uzatır.

Lâl bin.
Hııı?
Lâl bin. (bacak ekrana dayanmıştır)
Aaaa ona binilmez ki Lâl, resim o.
Anneee!! Lâl bin. (bacak ekranı tekmelemeye başlamıştır)
Ay napsak? Lâl’cim resim ama o, şu an binemeyiz ona. Yazın yine gideriz... mırıl mırıl mırıl açıklamalar...
Kucağımdan inip odanın içinde anlamsız yere sağa sola koşmaya başlar.
Lâl biiiiin.
Annecim ben seni oyuncak atına bindiriym.
I ıhhh ona. Lâl bin.
Lâl bisikletine bindirsem?
Oymas. ona Lâl bin. (kriz halinde kafasını sağa sola sallamaya başlar.)
Lâl omuzuma bindiriym.
I ıhhh ıhhhh.
Kendini odanın orta yerinde yere atar, kollarıyla başını kapatarak ağlaaar... ağlaaaaar...

Read more...

Huzursuz bir gece

4 Mart 2009

Dün akşam annanneden dönüş yaptık evimize. Lâl odasını özlemiş, ilk olarak hemen odasını kontrol etti, tek tek oyuncaklarına baktı, ayakkabı dolabını açtı, birer birer indirdi, konuştu ayakkabılarıyla. Ne zaman ki ablasının elinde biberonu gördü, yatma vakti komutu beynine sinyalleri gönderdi ve yatağına gitmek istedi. Yatırdım. Parmağıyla karşıdaki yatağını işaret etti, “anne uyu”. Tamam tatlım buradayım uyuyorum dedim. Cok cok cok, biberonu emme sesi geliyor odanın karanlığında. Artık sütsüz uyutmaya alıştırmalı diye konuşuyorum içimden. Bir müddet sonra, elinde biberonu kolunu havaya kaldırdı, içmemiş hepsini. “anne bitti” dedi. Tamam Lâl’cim dedim, üzerini kapattım ve karşısındaki yatağa geçtim. Yok hayır galiba geç-e-medim.  O benden önce davrandı, ayağa kalktı. Benim yattığım yatağı gösteriyor. “Anne oyda kucaaanda, Lâl uyu”. Lâl’cim orada uyunmaz, senin yatağın burası. Başını sallıyor iki yana “ı-ııhhh, Lâl oyda uyu”. Annecim senin yatağın çok güzel ama, bak arı maya burada, şişman burada, şimdi benim yanıma gelirsen onlar üzülürler yalnız kaldıkları için lütfen hadi yerine yat” diyorum. Ses yok, itiraz yok, garip bir bakış suratında. Ben de ona bakıyorum. Rengi bembeyaz. Lâl iyi misin? dememle başlıyor çıkartmaya. Öylece kalakaldım, panik yok, telaş yok. İzliyorum. Kimseye yardım için seslenemedim bile. Olduğum yerde kilitlendim. Tam bitti diyorum, bir parti daha kusuyor. Bitti diyorum arkadan bir daha başlıyor. 3-4 sefer yanılmıyorsam, içinde ne varsa çıktı. Bitince kendime geldim ben de. Ablasına seslendim. İçeri girdi bi çığlık. “Ay ne oldi burada?” “Banyoya geç, sıcak suyu hazırla, bir parça su getir, kolonya getir, babasına seslen... vızır vızır konuşuyorum. Kuzumda hiç ses yok, korkmamış bile. Sessizce benim çözülüşümü izliyor. Yıkadık pakladık, üzerini değiştirdik, yatağını değiştirdik ve bir gece için bizim odamızdaki park yatağına aldık. Babası uyuttu. Ben de yattım. Süt mü fazla geldi, sindiremedi mi, acaba bugün sahilde midesini mi üşüttü, ben nasıl da anlamadım yüzündeki ifadeden birşeylerin ters gittiğini falan diye düşünürken uyuku falan kalmadı tabi. Arada bir de kalkıp iyi mi diye bakıyorum. Sabah olmak üzereydi, uyumuşum.

Read more...

Cem ve Lâl buluştular.

2 Mart 2009

Dün nihayet güneşli bir Pazar sabahına uyanarak, içimiz kıpır kıpır sevgili Hande ve tontiş oğlu Cem’le gecikmeli bir buluşmayı gerçekleştirdik. Hayatın enterasan tesadüfleri olduğunu bir defa daha idrak ettiğim bu buluşmada Hande ile aynı dönemlerde, aynı okulda ve hatta aynı bölümde okumuşuz. Kim derdi ki o zamanlar aynı sıraları birbirimizden habersiz paylaşmış olacağız ve seneler sonra bambaşka bir nedenle Zuzu’da, çocuklarımız odaklı bir sohbeti gerçekleştireceğiz. Birbirini çok önceden tanıyan ama bazı nedenlerden dolayı görüşmeye ara verilen arkadaşlıklar vardır hani, işte ben Hande ile bunu hissettim, sanki bir dönem görüşememişiz de, sonra kaldığımız yerden devam etmişiz. Öyle samimi, öyle sıcak...

Cem ve Lâl de aynı samimiyeti gösterdiler birbirlerine, hiç yabancılık çekmeden beraberce oyun odasında vakit geçirdiler. Biz anneler de ardı ardına; hamilelik süreçleri, doğum, bebeklik gelişimleri, bakıcı krizleri, çalışan anne olmak... gibi konularda ardı ardına konuları sıralayarak sohbet ettik. Minikler yorulunca masaya geldiler tekrar, Cemtoş Lâl’e kekinden verdi. Cem’in bir eliyle kekini yemesi, diğer eliyle dışarıda kalan kek parçasını ağzına tıkalamaya çalışması Lâl tarafından hayretle izlense de Lâl’i yemek konusunda oldukça teşvik etti. Bir de baktım benimki kedi gibi etrafımda dolanıyor, “anne kek kek” diye.


Bu arada ben Cem dediysem doğrusu öyle değil aslında. Lâl, Jim demeyi uygun gördü kendilerine : )

Uyukuları geldiği için yavaş yavaş mızmızlanmaya başlayan minikleri toparlayıp dışarı çıktık. Kafenin önünde de birbirlerinden ayrılmama sendromu yaşadılar, özellikle Lâl dönüp dönüp arkasına baktı. Hatta sahile inene kadar Jim Jim diye mırıldandı kendince. Günü özetleyecek olursak; biz de sizi çook sevdik Hande, en kısa zamanda görüşüle : )










Read more...