Otuzdörtbuçuktan otuzbeş

29 Aralık 2009

Okul yıllarımın en sevdiğim not sistemiydi buçuğu yuvarlamak. 4.5’tan 5 derdi de hoca sanki 10’luk kağıt vermişim gibi mutlu ederdi beni...

Bugün düşündüm de, 2009 biterken tamı tamına 35 oluyorum yahu. Oysa ki herşey dün gibi...

Geçenlerde bir AVM’de liseden bir arkadaşımla karşılaştım mesela. Şıp diye tanıdık birbirimizi... Oysa ki sadece Lise 1’i beraber okumuşuz...

Seneeee... Geçen sene... geyiği yapmak kulağa pek hoş geliyor da Cem Yılmaz misali... Gerçekte sene 1989...

20 sene önce mi okumuşum ben liseyi yani?? 20 sene olmuş mu bu arkadaşımı tanıyalı?

Çocuktum. Bir gün annem elimden tuttu, Saadet Teyzene gideceğiz bugün dedi. Yolda giderken onu okuldan tanıdığını, 20 yıllık arkadaş olduklarını falan anlattı. Vay bea dedim içimden, 20 yıl bir ömür gibi. O gün seneler ne kadar uzun görünmüştü gözüme... Şimdi dönüp baktığımda ise ne kadar su gibi.

Annemin saçlarımı 2 yandan at kuyruğu yaptığı günleri hatırlıyorum ben mesela dün gibi... Kardeşimin doğduğu günü, babamla ona turuncu renkli küçük bir oyuncak inek almıştık, hastane kapısında bebeğe vermek için...

İlkokula başlamak için can atınca komuşunun kızı gibi süt dişlerim döküldüğünde okula gidebileceğim söylendiğinde yemek masasının kenarına vura vura sallamıştım ön dişimi mesela : )

Karneme ilk kırık not getirişimde bunu aileme nasıl söyleyeceğimi düşünürken yaşadığım utancı hatırlıyorum...
Saçta kuyruk modasının olduğu yıllarda kuyruk bırakabilmek için kuaför koltuğunda rapunzel saçlarıma nasıl kıydığımı...
Leblebi savaşları yapardık biz okul çıkışında mesela... Anket defteri yapardık sınıftaki arkadaşlara doldurtmak için... “uğurunuz nedir” diye sormuşum mesela birinde, beğendiğim ve kendimi aşık zannettiğim çocuk da “sensin” yazmış... Aman yarabbi ne kalp çarpıntısı, ne dizlerin çözülmesi...
ÖSS heyecanı sardı sonrasında, okunmuş pirinçleri löp löp yuttuk sınava girerken... Üniversiteli oldun mu tamamdır. Aileden ilk ayrılış, Ankara yolları ve özgürlüğün ilk adımları. Lâl de bizden ayrılmayı özgürlük olarak mı değerlendirecek seneler sonra acaba? Ne fena! Bu çark böyle mi işleyecek sonraki yıllarda acaba?

Vizeler-finaller, terkedişler, terkedilişler, haftasonu kaçamakları, Sting hayranlığı, sınav haftası öncesinde yurtlara yapılan bomba ihbarları, bornozlarla sokağa dökülmeler, mezuniyet telaşı, kep atma, iş bulma, flört-nişan-evlilik, seyahatler, tartışmalar, küsmeler-barışmalar, bebeğimiz olacak, kızımız olacak, doğum, kariyerimle ev hanımlığı arasındaki git gellerim, bakıcı krizleri, agular ve gugular, ev taşımalar, ilk adım, önce anne mi diyecek baba mı iddaları, ne güzel bir aile olduk nidaları...

Matematiksel olarak 34 yaşımın son iki gününü idrak ettiğim bu günlerde yapamadıklarımı yapmak var ya, sanki yıllar kaçıyor önümüzden...

Herşeyden önce sağlık dilemeli yeni seneden... Su gibi akıp gitmiş desem de dolu dolu geride bıraktığım 34 sene gibi, önümüzdeki yılların da dopdolu geçmesini dilemek gerek... İlk müsameresini izlerken mutluluktan ağlayabilme olasılığı var ya, hep mutluluktan ağlayacak güzel günleri dilemek gerek...

Hoşçakal 2009


Read more...

Bugünlerde ben…

24 Aralık 2009

Kalorifer peteğinin üzerindeki puding paketini
Koltuk minderlerinin arasına sıkışmış servis kaşığını
Gardolaptaki banyo lifini
Çorap çekmecemde puzzle kitabının kayıp bir parçasını
Buzdolabında pipetleri içine batırılmış onlarca meyve suyu ve sütü
Oyuncak sepetindeki mutfak bezlerini toplamakla meşgulüm.

Bitti mi sandınız?

Pardon.

Yazlık elbiselerini giymek için tutturması bir tarafa, elbisesi ile parka gitmekten vazgeçirebilmek için de bayaa bi vakit harcıyorum.


Doktor muayenelerimi rutin olarak 5 sefer/gün-yapıyorum.

Doktorum biraz çatlak ama idare ediyorum...


















Normal halimiz yok mu sandınız, teessüf ediyorum...

Read more...

Patron-a Lâl İsyanı

15 Aralık 2009

Gittik padagoga.

Birkaç geceyi daha sebepsiz ağlama krizleri ile geçirince, acil bir randevu ayarlayarak Cumartesi sabahı ilk pedagog ziyaretimizi gerçekleştirdik. Sevgili Julide karşıladı bizi, aldı ofisine. Lâl, bir doktor kontrolünde olduğunu anlamadı tabii... Etrafta yüzlerce oyuncak.

Anlattım anlattım...

Anlatırken, anlatıklarımın ne kadar boş olduğunu anladım.

Ne olur sanki, bir kaç geceyi uyukusuz geçirsek? Ne olur sanki isteklerini ağlayarak söylese, anlamasak? O geceyi salonda uyuyarak geçirmek istese? Gecenin 3’ünde patates kafalarıyla oynamak istese ne olur ki?

Anlattıklarım o kadar boş geldi ki... Bu anlattıklarımla mı başedememiştik biz yani?

Bu yazdıklarım gündüz saatlerindeki öfke nöbeti algılarım. Bunları gece idrak etmesi daha zor oluyor kabul ediyorum ama bu kadar koştura koştura gitmemize sebep miydi? Yanlış yere geldin kızım Gökşen dedim kendime. Sen bunlarla başedemediysen çocuğunu niye kapıp getiriyorsun, yağmurlu ve trafiğin felç olduğu bir Cumartesi günü Teşvikiye sokaklarında ne arıyorsun dedim kendime... Bence Lâl’e değil, kendime bir psikolojik danışman ayarlamalıydım. Bunlarla başedebilmenin yollarını kendimde aramalıydım. Ne sandım ki çocuk yetiştirmeyi, saksıda çiçek yetiştirmiyorum ya! Julide’de farketmiş olmalı, hatta içinden gülmüş olmalı : )

Biz odadaki oyuncaklarla oynadık seans süresince, Julide bizi izledi, babamız arada oyuna katıldı. Seansın sonunda, Lâl ceplerine masadan doldurduğu minik şekerlerin verdiği sevinçle çıktı odadan. Daha fazla zaman ayırabileceğim anafikrini çıkararak aydıldık o soğuk binadan. [Daha fazla zaman derken?] dedim içimden. Evden işe, işten eve zaten hayatım. Akşam iş çıkışında birkaç arkadaş toplanalım, bir sinema yapalım, toca kişisiyle bir yemek yiyelim gibi sosyal aktivitelere en son ne zaman iştirak etmiştim hatırlamıyorum bile. Daha fazla zaman derken... Gece uyumayalım, uyukumuz bölünüyorsa sabırlı olalım, tuvalete girince bile kucağımda oturmak istiyorsa itiraz etmeyelim, duştayken duşakabinden beni izlemesine, benim su giderinden kaçabileceğimi düşünmesine şaşırmayalım, sabah yatakta üzerime çıkıp uyumak istemesini normal karşılayalım gibi anlamlar çıkarttım...

İçimden çaresizliğime gülerek ver elini Kapalıçarşı dedik bir de üzerine. Kanka halalar eşliğinde allar, morlar, boncuklar ve taşlarla kendimizden geçtik. Pazarlık etme yeteneğimize bolca kikirdedik... Lâl’i pusette dolaştırabileceğimizi düşünerek yanımızda sürüklediğimiz pusete palto, çanta ne varsa yükledik... Ta ki küçük hanım dönüş yolunda otoparka giderken yoruldu da aklına puseti geldi, son 50 metrede indi kucağımızdan : )

Bu dolu dolu ve gündüz uyukusu uyumadan geçirdiğimiz günün sonunda Lâl’in melekler gibi, deliksiz bir uyuku çekeceği hayali, gaflet ve delalet uyukusundaki bizleri sarsarak uyandırdı. Gecenin hatırlamadığım bir körüne kadar anlamadığım bir vızıltıyla ağladı ya da isyan çıkardı demek daha doğru olur. Patron-a Lâl isyanı dedim ben buna. Patron benim, sabrınızı ben ölçerim isyanı. Yetiş Julide demek istedim gecenin bir körü, sabah olsa da atsak kendimizi yine o soğuk binaya dedim.

Read more...

G(T)ribal Çelişki

7 Aralık 2009

Cuma gecesi
Bütün geceyi bana yapışık geçirmek için türlü bahanelerle kaçıp yatağıma gelmek istemesinden sebep...

Cumartesi sabahı
Ben yatakta yüzüstü yatarken kamplumbağa misali gelip sırtıma yüz üstü yatmasından ve canımın ne kadar acıdığını anlatamayışımdan sebep...
1 günlüğüne halasına gönderip, iyileşemediğim için ayrılığımızı 2 geceye çıkarmamızdan sebep...

Pazar Akşamı
İkinci günün sonunda ağrıyan vücudumla güçlükle yataktan kalkıp en sevdiği muhallebiyi yaparken gelen telefonla o geceyi de cici babannesinde geçirmek istediğini söylemesinden ve benim biraz daha dinlenmemi istemelerinden sebep [iyi ki varsınız]...

Gözyaşlarım muhallebiye karıştı...

Muhallebi taş gibi, kıvamsız birşey oldu...

Gribal ve Tribal hallerdeyiz yani...

Read more...

Kendime yeni bi neden lazım.

3 Aralık 2009

Sinir krizleri ile geçen bir haftanın sonunda bayram tatili ilaç gibi oldu desem...
Koca bir yalan olduğu anlaşılır mı?

İnsan bazen kendine bile yalan söylemek isteyemez mi?
Hatta kendinden bile uzaklaşmak istemek anlaşlır bir şey midir?

Buraya yaz-a-mamanın sebebi de bu mudur acaba?

Yoksa sebep bu sabah hastane kapısına babası ile bıraktığım; bütün geceyi [kulaaam çok aciyoo anne, öpey misin, sevey misin, beni seviyor musun, kucaanda uyuyabiliy miyim ] diye sayıklayan gözü yaşlı brownie’m midir?

Read more...

Hokey Pokey’li Mutlu Bayramlar

26 Kasım 2009

Sağ ayak öne
Şimdi bir de geriye
Sağ ayak öne
Ve salla poponu
Hokey pokey yap
Hadi etrafında dön
İşte hepsi bu kadaaaaar...

Biz bu bayramı evde Hokey Pokey yaparak geçiriyoruz.

Herkese iyi bayramlar : )

Read more...

Alt beyin-Üst beyin

24 Kasım 2009

"Al sana çalışan anne öyle olunmaz böyle olunur! hadi ben seni uğraştırayım, yorayım biraz da anneliğini görelim..." diyor alt beyni... üst beyin "afedeysin annejim, bi daha yapmicaam, üsmicem tamam mi sös" diyor...

Uyumamak için direniyor. Dolap kuytularından bulduğu askılı yazlık elbisesi, kırmızı rugan ayakkabıları ve yün kaşkoluyla Aysel Gürel'in prototipi olarak dolanıyor evde...

Yatağına 8 tane barbie bebek, onlarca peluş oyuncak, puzzleları, kitapları, 3 çeşit ayakkabısı ile girmek istiyor... Yataktaki kalabalıktan kendine yatacak yer kalmayınca sinir krizine giriyor... Krizden çıkması için bir an önce yatağını boşaltmaya çalışıyorum... Yatakta ne varsa savuruyorum yere doğru heyecanla... bu onu daha çok sinirlendiriyor... Yerlere yatıp böğürtü gibi bir ses çıkarıyor... hiç dokunmadan geçmesini bekliyorum... bağırmaktan boğazları acıyınca yanıma geliyor, gözlerinde bir damla yaş yok. [bi daha yapmicaam anne üsülme tamam mı] diyor... tamam diyorum. Tekrar yatağına alıyorum... ama yatağında yatmak istemiyor. Annenin yatağına gelmek istiyor... Gidiyoruz... Yastıkla tepişiyor tepişiyor... tam uyudu derken süt istiyor... mutfağa yönelince bir çığlık daha geliyor... tazı gibi koşarak bacaklarıma yapışıyor... [beni de götüy, yannıs kalamam ben korkarım] diye çığlık atıyor... beraber gidiyoruz... sütü ondan habersiz cezveye boşalttım diye kendini yere atıyor... [ben de bakacaktım, neden göstertmedin] diye çığlık çığlığa ağlıyor... mutfak kapısında yardıma gelen babasını görmek daha çok kızdırıyor onu... koşarak babasının bacaklarına yapışıyor, geri geri itekliyor... baba şaşkın dışarı çıkıyor... cezvedeki sütü boş bir bardağa alıyorum...  Görebilmesi için süt kutusundan cezveye tekrar bir miktar süt alıyorum. Isıtıp, biberona koyuyorum... Yatağa geri dönüyoruz... Biberonu eline alıyor, inceliyor inceliyor.... [büyüdüm ben artık bunu kediler içsin] diyor ve bana uzatıyor. Bu kadar kıyamet bir anda büyüdüğünü anlamasıyla boşa çıkıyor.
Yastığına gömülüyor... tepişiyor tepişiyor... zımba gibi kalkıyor tam uyudu dediğim anda... [lal'in yastığı değil bu, beyenmedim başka yastık getir] diyor... 3 farklı incelikte yastık bulup getiriyorum. Olmuyor, beğenmiyor... Çareyi yastık kılıflarını çaktırmadan değiştirip farklı yastıkmış gibi göstermekte buluyorum... 4. kılıf denemesi başarılı oluyor. Aynı yastık farklı kılıfla beğeniliyor ve yüz üstü uyuma pozisyonu alınıyor... tepişiyor tepişiyor... Aniden kalkıyor yine.... çişi gelmiş... tuvalete gidiliyor... sinirler yay gibi geriliyor... dudaklarımın içini kemiriyorum yapay bir gülümseme ile... Yalvarıyorum bunun son isteği olması için gözlerimle... Ama onun bakışlarının başa bir yere takıldığını görüyorum... National Geo'daki gözü dönmüş aç kargalar gibi makyaj çantama yiyecek gibi bakıyor... biliyorum kalbi pır pır atıyor ona erişebilmek için... hay kahrolası koysana dolabın içine... gitti mi yarım saat daha...

Nafile çabalamaya direnmiyorum... Ama yine de kendini yere atıyor... [Kilaya baloya gidecek anne, makyaş yapmamıs lasım] diyor ve yine kapaklanıyor ayaklarıma... iyi ama ben hayır demedim ki?... [tamam lal'cim clara'nın makyajını beraber yapalım] diyorum... [oymaaas onlar annemin kilaya kullanamas] diye ağlıyor. Şaşırıyorum, sesimin tonunu değiştiriyorum... saat 12 oldu diye kontrol edemediğim bir bağırışla 2 saniyeliğine sindiriyorum... kısa sessizlik yerini böğürtüye bırakıyor.. içini çeke çeke [bi daha yapmicaaam sös veriyorum] diye boynuma sarılıyor, ağlıyor ağlıyor...

Aynı fasıl sabah 5 civarında da eksiksiz devam ediyor. Sabah 7'ye kadar aynı sahneler tekrar yaşanıyor. 7'den sonra anne uyumuyor, işe gitmek için hazırlanıyor...

Bizim son 3 ayımız böyle geçiyor.

Bu sabah tamam dedim, profesyonel bir yardım almanın zamanı gelmiştir. Sabahtan beri danışma merkezleri, profesörler, makaleler, bloglar arasında gidip geliyorum. Bakalım bu akşam nasıl bir senaryo ile karşı karşıya kalacağız??

Read more...

2.5

23 Ekim 2009

912 gündür devam eden maceramızda, şu an deli gibi yanında olma isteğimi dile getirmekten başka birşey gelmiyor elimden...


Her gün gibi...


Her yeni günün tek tesellisinin akşam senin yanına dönmek olduğunu bilmek gibi...


2 buçuk yaşın kutlu olsun canım kızım.

Read more...

Big Babol

1 Ekim 2009

Akşam görüşemedik diye miydi bu sabahın sebebi...


Oysa ki ben sinsi sinsi cümleler kurmaktaydım...


[Baby tv izlemek ister misin? Tavşanlara günaydın diyelim mi?]


Saçlarımı toplasam mı, açık mı bıraksam düşüncelerindeydim....


Ne büyüktü senin kaygın oysa ki bir saç tokası ile kıyaslandığında...


Sen miydin savunmasız, ben miydim aciz bilemedim...?


Hepsini çiğnemeyesin diye yarısını dişlediğim Big Babol’du


seni avutacağım silahım bu sabah...


Bir yarısı sende, bir yarısı bende.


Nasıl kırdın bu sabah kalbimi Big Babol... Nasıl acıttın içimi...



B e n i b ı r a k m a a n n e…
S a k ı n b e n i b ı r a k m a a n n e…

Read more...

Diyaloglar

25 Eylül 2009

anne: [Lâl'cim büyüyünce babannen ne alsın sana?]
çocuk: [çaydannnık]
anne:[!!?]

anne: [pekiiii... halan ne alsın sana büyünce?]
çocuk: [borç (porsche)]
anne:[!!?]

-----------------------------------------------------
Babannesi "benim annem bir melek" dizisini seğrederken Lâl'e sorar:

babanne: [Lâl'cim senin annen de bir melek mi?]
çocuk: [hayııır... benim annem gökşen. Benim anannem melek)]
babanne:[!!?]

-----------------------------------------------------

Nazan ile diyalogları...

çocuk: [hapşuuuuu....]
nazan:[çok yaşa lâl]
çocuk: [sen de bak ]
anne:[??!!   Nazan neye bakacak Lâl?]
çocuk: [sen de bak... hapşu yapınca söyleniyoo ya!]
nazan: [galiba sen de gör demek istiyor]
anne ve nazan: [hmmm... anladık :) ]

Read more...

Nerden başlasam?

16 Eylül 2009

Nasıl anlatsaaaam... Bodrum Bodruuum... diye başlayabilmeyi çok isterdim ama ı-ıhhh bu değil. Yaşananları aktarmak konusunda ipin ucunu kaçıran supersonic annenin, uzun zaman sonra profesyonel hayat dışında kendine zaman ayırmak için pc başına geçtiği ilk anda yaşadığı bocalamanın dışa vurumudur bu başlık.

Sondan başa gidesim var anlatırken... sebebi tam da bu güzellikten kaynaklı...


Ben eskiden kolay bırakamazdım alışkanlıklarımı, en çok da yaşam biçimimi. Yengeç’liğimi en çok da vazgeçemeyişimlerinden ele verirdim. Şimdi bakıyorum da kendime... emek verdiklerimden vazgeçmek pek de zor olmuyor... hayatımdan çıkartmak istediklerim için önce sancılı bir değerlendirme süreci, karar aşaması ve sonrası... arkana bakmadan gidişler...

İşte bu resim bunu anlatır... Ben artık daha Pure bir iş hayatını idrak etmekteyim... Her gün bu manzarada yemek yemenin ayrıcalığında, Bizans mimarisinde inşa edilen bir palasta, yıllardır Levent-Maslak arasında sıkışan ruhumu arındırıyorum. Ani bir kararla son verdiğim eski çalışma ortamımdaki dostlarımı özlesem de sırtımı dönüp gidebiliyorum...

Yaz başında kronikleşen bakıcı krimizi ise evimizi taşıyarak çözdük. Tüm iyi niyetimizle -bu sefer sözünde duran bir bakıcı bulabiliriz- vefakat çaresizliğimizle bulduk da birini... Geçmiş tecrübelerden ders aldığımız konuları titizlikle eleyerek güvendik birine... Yarın gelip alacağız seni dedik, randevulaştık... Yarın oldu. Koca kişisi buluşacağımız saatten önce [çıkarken haber verelim, bunların sağı solu belli olmaz] dese de ben yine aynı saflıkta ne gerek var konuştuk, ok'leştik işte şeklinde düşünerek sırf koca kişisinin sözünü çiğnememek adına aradım bakıcımızı... Gelmeyin dedi, ben yeni iş buldum oraya götürüyorlar beni şimdi dedi. Klasik kilitlenme sürecimin ardından çözülüşüm evimi taşımakla sonlandı. Her mecbur kalan anne gibi anannenin ve dolayısıyla şehir hayatının yakınlarına sığınarak ve kısa vadede kreş bulma çözümüyle terk-i diyar ettik evimizi...

Bugünlerde ise çöl sıcağında kutup kıyafetleriyle kalan bir survivor gibi üzerimdekileri tek tek atmanın rahatlığında/dinginliğinde, yaşadığımı hissettiren tüm sevdiklerime; en çok da kızıma teşekkür ederek arada geçirdiğimiz zamanı özetleyen bu kare ile hızlı bir geri dönüş yapıyorum...

Read more...

O an

6 Ağustos 2009

Zamanında yakalanmış bir fotoğraf karesi değil bu.



Zaman hep bu kıvamda bugünlerde Lâl için.

Bahçede, plajda, kumda, parkta, yürüyüşte, hatta dernek toplantısında.

...

Dernek toplantısı demişken, kurumsal ve formal hitaplar giriyor hayatımıza.

Anannesine “Melek Haaanım” diye seslenmeye başladı.

[O kim] dedim ilk duyduğumda, toparlayamadım haliyle.

[annanne] dedi.

Beni tanıyanlar bilir, klasik bir kilitlenme anım vardır benim.
İşte öyle kilitlendim bunu duyunca.
...

Şaşıracağımız çok şey olacak elbet. Bu da ayrı bir şaşkınlık vesilesidir.

Anannesi ayıkladığı fasulyeleri Lâl’e vereceğini, sonra elindekileri ortadan ikiye bölmesini istediğini söyledi.

[Aman anne amma abarttın sen de! ne anlasın buncaaaz fasulyeden] dedim.

Güldü... [görürsün sen ne anladığını... sen git de fotoğraf makinanı getir] dedi.















 ...

Son karede ise biraz da babasının yardımıyla rol kesse de....

yine de ben onu yerim yerim içime sokarım : )
























p.s: [ne kadar ısırasım geldiği anlaşılıyor mu??!]

Read more...

Bravo Lâl’e

24 Temmuz 2009

Evet, Lâl tamıtamına 27 ay 2 haftalık bir çocuk iken bu işi de çözmüş bulunuyoruz.

Hikaye çok ani başladı aslında. Bir akşam eve döndüğümde anannesi [bugün sadece bir kazamız var] dedi. Eyvah ne kazası, neler oluyor diye gözlerimi pörtletmiş bakıyorken [korkma, bezi çıkarttık sadece bir defa altına kaçırdı ] diye açıklama getirdi. İlk gün için çok başarılı bir sonuç aldığımızdan olsa gerek tesadüf diye yorumlamıştım. Eğitim sürecindeki bir hafta içerisinde ise toplam 3 küçük, 2 büyük kazamız oldu : ) Ben bu süreyi hep eğitim aşaması olarak yorumladığımdan henüz buraya yazacak cesareti bulamamıştım. Taaa ki dün akşam dışarıda yediğimiz yemekte yaşadıklarımıza kadar.

Lâl, haftada bir gün ananneyi dinlendirme maksatlı, hala ile özlem giderme amaçlı babasıyla beraber işe gidiyor. Dün olduğu gibi. İş dönüşü hadi dedik, yaz girdiğinden beridir İstanbul’da değiliz, inelim caddeye, bir güzel yemek yiyelim. Toca kişisi hiç itiraz etmedi. Mekan önerisinde bile bulundu hatta... sebebini sonradan anlayacağım bir maç söz konusuymuş meğer. Neyse ikimizin de amacına hizmet ettiği sürece sorun yok dedik, attık kendimizi havadar, üç tarafı açık bir mekana... Malum bugünlerde AB kriterleri kadar önemli bir kriter yeme içme mekanlarının üç tarafının açık olması.
Verdik siparişlerimizi... Bir mekana erkek kişisi girince ve bu koca koca adamlara maç da seyrettirince caaanım mekanın nasıl tribüne döndüğünü izlemek Lâl için eğlenceli geldi sanırım. Şaşkın şaşkın ve uzuuun bir süre yaş ortalaması 30’lar olan adamların hop oturup hop kalkmaları, alkış kıyamet zıplamaları bir süre oyaladı yer fıstığını. Derken yemeklerimiz geldi, baba heyecandan dörtköşe gel bakalım yavru kartalım ben yedireceğim sana diyip kıyısına da aldı Lâl’i... e ben de mutlu ağız tadıyla yemeğimi yiyeceğim, şöyle bir tadını çıkaracağım yaz akşamının... Ammaaa henüz ikinci lokmamı atarken ağzıma, karşımda oturan yer fıstığı suratını ekşitip garip mimikler yapmaya başladı. Anladım ben onu bir sıkıntısı var. Hemen eğilip sordum:

[lal’cim çişin mi geldi?]
[hı hııı]
[Annecim arabadan inerken bez bağlamıştım ya, bir seferlik yapabilirsin ona, yanımıza alamadık tuvalet adaptörünü]
[bezimi çıkay anne]
[tatlım çıkaramayız burada, sadece bir seferlik lal’cim bezine yap hadi annem]
[yapamam bezimi çıkay anne]
[hadi tuvalete inelim o zaman, ben seni tutarım sen yaparsın olur mu?]
[oluy]

Restoranın dar uzun merdivenleri, bir çırpıda inildi. Az kaldı hemen yetiştiricem seni bıdı bıdı açıklamalar eşliğinde...
İnmesine indik... tuvalet de temiz görünüyor da... nasıl dezenfekte edicez şimdi?
İnilen merdivenlerden aynı hızla yukarı çıkılır.... bir taraftan lal’in sorularına cevap yetiştiriyorum... burası evimiz değil, hızlıca temizliycem ben bıdıbıdılarını açıklarken karşımıza çıkan ilk garsondan bolca ıslak mendil istedik. Sağolsun bir kucak dolusu mendille geri geldi... Merdivenler geri inildi. Klozet mendille defalarca silindi, tuvalet kağıtları serildi ve ben nefesim tükenmek üzereyken oturtabildim bizimkini.

Oturttum da, bir huzursuzluk var belli. Büyük geldi klozet haliyle... Sarıl dedim boynuma... sarıldı ama olmuyor.

[evimise gidelim anne, yapamıyoyum]
[tatlım tutuyorum ben seni, korkulacak birşey yok... evdekinin aynısı bu da.. sadece biraz daha büyük]
[oymas anne evimise gidelim]
[lütfen lal, bak sonra karnın ağrır]
[öyle deme anne, lal’e öyle deme]
[annecim bişey söylemedim, kakanı yapmazsan karnını ağrıtabilir... ben tutuyorum yapmaya çalış hadi]
[evimisde yapıcam anne... yaaaayın yapıcam]
[aaa yarın olmaz, bezini takayım ona yap olur mu?]
[bezime oymas anne... evimise gidelim]
[tamam lal’cim kalkalım ben bezini takarım yine. Ona yaparsın olur mu?]
[oluuuy... yaaaayın yapalım]
içses[imdaaaat]
dış ses[peki tamam yarın yapalım]

Yukarı çıktık... Maçta 2.yarı olmuş. Bir kaş göz işaretiyle kakasını yapamadığını anlattım o gürültüde. Gerçi bağırsam ne olacak adamlar kendilerinden geçmiş, bir çeşit marş gibi algılanabilirmiş. Telaşla ayrıldık istanbul’un kalabalığından, sıcağından... uyudu yolda... deliksiz bir uyuku geçirdi gece... Sabah uyandığında yazlıkta kendi evinde olmasının verdiği farkındalıkla tuvalete gitmek istedi hemen... Uzuuun uzun oturdu tuvallette.

[pıt yaptım anne.... bıvavooo lal’e]
[bravo tatlım sana... kocaman bi BRAVO]

Read more...

Oyun

22 Temmuz 2009

[annejim biyas oyun oynalayalım mı senlen?]
[oynayalım tabii Lal’cim, ne oynamak istersin?]
[baybi bebekleyi konuştuyalım mı?]
[anlaştık, sen bebeklerini tanıt bana önce, isimlerini söyle bakalım]
[bunun adı sanem oysuuun, bu kilaya(clara), bu da lal oysuuun]
[tamam, peki bu bebeğini tanıtmadın onun adı nedir?]
[o misafiy anne]
[!!?]

Read more...

Döndük

16 Temmuz 2009

Dönmesine döndük de iki satır yazmaya vakit olmadı. Unutulmasınlar diye artık ve nihayetinde yazılacaklar. İşte bir tatilin anatomisi : )



İlk günümüz sitedeki ulaşım problemini çözmekle geçti. Doğumgününde kanka hala tarafından hediye edilen kask ve çocuk oturağı, kendi bisikletlerimizin apartmanının alt katındaki depodan çalınması nedeniyle Datça'da yerini buldu.



















Lâl bu sene simite oturmak konusunda geçen seneye göre daha isteksizdi. Tekne gezisi öncesi simidini İstanbul'da unuttuğunuzu farkedip gecenin bir köründe açık Migros bulabilmek telaşıyla Datça'ya inmiş olmamız onun için bir şey ifade etmedi tabi ki. Simidini karada kullanmak kendini daha emniyetli hissettirdi. Sonuç: Kendi deneyimlerimizi çocuklarımıza aktarırken bizim gibi hissetmelerini beklemek için yıllara ihtiyaç olduğunu kavrayan bir anne-baba.















İşte tatilimizi özetleyen kare... Kova-kürek takımları... Anne-babanın ayaklarındaki kumu temizlemek maksadıyla on yüz milyon bin defa kovanın içine su doldurulur, şezlonglara taşınır ve ayaklardan boşaltılır. Suya girmeden ayakları sudan buruşan anne görmedik demeyin : )



Gayson abiii kepçaplı patates istedim ben.
biy de ayyan istedim ben.
"Kepçaplı patates"e çok güldük ama nereden öğrendiğine baya bir süre takıldım ben, zira biz yemeyiz kızartma ve türevleri, hele ki kepçaplı hiç yemeyiz!



Uzak gibi görünse de bu resim bana Lâl'in bir genç kız olduğu zaman duruşunu, yürüyüşünü anlattı sanki : )


Anlatacak onca şey varken kafamı kaşıyabilmek için beşyüz defa düşündüğüm yoğun günlerin arasında bu kadar yazabiliyorum. Çayır çimen özlemimizin son bulması, bu karenin yaşam biçimimiz olması yönünde blogger voltranı oluşturabilir miyiz dersiniz?


Bir sonraki posta kadar HOÇÇAKAAALIN...

Read more...

Gittik biz!

19 Haziran 2009

Nerede miyiz? Bir tık : )

Read more...

Yeniden

10 Haziran 2009

Gökşen hanim nasil diyeceğimi bilemedim
Söyle söyle rahat ol Yıldız. Ne zaman gidiyorsun?
Cumartesi
biiiiiiiippp

Bünye alıştı her yazı böyle geçirmeye.

Hatta annemlere taşınırken yanımda götüreceğim bavul hıncahınç dolmadı diye mutlu bile oldum. İyi ki yaz dedim, eşyalar çok yer tutmuyor.

Gülmeyin, önemli bir şey benim için; kış olsa mesela paltosu var, çizmesi var, hırkası var, şapkası var, beresi var… Bir de tüm bunların versiyonları var elbet, iş hayatından sebep.

Tecrübenin getirdiği rahatlık Lâl’in de biraz olsun büyüyüp derdini anlatabilmesiyle birleşince uyukumu kaçıracak bir durum yok sanki.

Ya da bunu konuşmak için erken mi acaba? Sabah pörtlemiş gözler ve kafamda soru baloncuklarıyla uyanır mıyım acaba? Göriciiiiz!??

Read more...

Yağmur

5 Haziran 2009

bir şehri


tam kalbinden


 beyninden


vurup gitmek


var aklımda


bir yağmur


çok uzaklardan


çağırıyor


gelirsen


severim diyor.


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

sabahtan beri dilimde bu şarkı


öğlen ışıl ışıl güneşin altında bir yemek



ofise dönünce bardaktan boşalırcasına yağan yağmur

 “secret” bu mu?


 çağırdıklarım gelir mi?


 dinlemek için bir tık.

Read more...

Kendine kendine : )

4 Haziran 2009

Kendisine gelen hediye paketini açar ve üzerine tutar.
[Hmmm güselmiiiş.... beyendiim... gule gule giyim ben]

Teyzesini ziyaretimizin ardından kapıda herkese el sallar
[Hoççakalııın, gule guleeee...  yine geliym ben]

Read more...

Gezi notları

2 Haziran 2009

Hepi topu 1.5 gün süren Beypazarı gezimize bunları da sığdırdık...

Ananne evinden geriye kalan...


Dayı evinden notlar...
Baby tv dışında, gerçek dünyada inek görmek Lâl’i çok heyecanlandırdı, hala durup durup mööö’lüyor : )

Kuzenimin oğlu Emir, Lâl’le ilk karşılaşmalarında öpmek istedi. Henüz alıştırma turunu atlatmayan Lâl’in üzerinde bu davranış panik yarattı. Öyle ki; bazı geceler sayıklıyor [Emmiiy şakın öpmee – işaret parmağını iki yana sallayarak-]

Lâl ilk defa meyvayı dalından kopararak yedi. Resimli kitaplar dışında ağacın meyva veriyor olmasına şaşırmış olsa gerek ki, inana kadar birer ısırık alıp kalanını bana vermek suretiyle bütün bir ağaçtaki erik ve çağlayı kemirdi.

Çocukluğumuzda İsmet Amca’dan yediğimiz güveç lezzetinden birşey kaybetmemiş, yine güveç çömleğinin dibini gördük : )

Geceden notlar...

Bağ evinde sazlı-sözlü, kimi zaman gözü nemli olduk.

Gelenekleri tanıtmak için yapılan temsili kına gecesine eşlik ettik. Uçan da kuşlara haber ettik ben annemi özledim dedik.


Bağevi işletmecisinin babası 82 yaşındaki Mehmet dedenin yöresel oyunlarını tanıtmak için hala masa masa oynamasına hayret ettik. Ellerinden öperiz dedik. Yine de öptürmem elimden de sizin yaşınıza inerim ben demesine güldük geçtik.

Yedik, içtik, güldük, söyledik… bu da bize yetti demedik. Kalan birkaç masaya şimdi sıra bizim eğlencemizi anlatmakta dedik. Gitarını tıngırdatan Serkan’ı sahneye davet ettirdik. Bezginiz üstelik adamakıllı sarhoşuz dedik, gesi bağlarında yitirdiklerimizi söyledik, yeter ki ıslak ıslak bakma öyle dedik… İlk defa o gece karşılaştığımız insanların kalplerine dokunduk… Ağladık ve ağlattık.

Kültür turumuz
Tarihi Beypazarı evlerini ve müzesini gezmeden dönmeyiz dedik. Gümüşçülerde kendimizden geçtik, lâl taşıyla süslendik : )


Dönüş
Bu kadar neşeli geçirilen saatlerin bir bedeli olmalıydı mutlaka, oldu da : )
Lâl, önce Emir’lerin arabasıyla gitmek için, sonra araba koltuğuna oturmamak için, sonra önümüzde seyreden Serkan’ın arabasına geçmek için, sonra anannesini yanına istediği için, dağ yollarında sözüne kanıp annanneyi bizim arabamıza transfer etmemize rağmen mutlu olamadığı için ve daha hatırlayamadığım bir dolu sebepten yaklaşık 3 saatini ağlayarak geçirdi.
İşte son saatlerimizin özeti, iki resim arasındaki sonsuz farkı bulun lütfen :)


  


Read more...

Çocuklardık. Beypazarı’nda.

25 Mayıs 2009

İçimde büyüttüğüm özlemmiş, çocukluğuma özdeş.

O eskiden dut ve kiraz ağaçlarıyla çevrili bahçeden girince zaman makinasına girmişim sanki.

    [Çocuklaaaar... çabuk inin o ağacın tepesinden büyükbabanız görürse kızacak karnınız ağrıyacak diye] zira sabırsızdık biz, olgunlaşmayan meyvaları yemek isterdik. [Gökşeeen... kızım tırmanmayın duvarlara kardeşlerine kötü örnek oluyorsun][Çocuklaaar dut silkiteceğiz, tutun şu çarşafın ucundan...] [Asmaların küçük, ince yapraklı olanlarından toplayın e mi kızım, etli dolmaya ince yaprak yakışır. ]

Hatırlayabildiğim en az onbeş sene olmuş...

Arnavut kaldırımlı yollar asfalt olmuş...

Evin karşısında caminin yanındaki boş arazi çocuk parkı olmuş...

Lâl salıncakları görünce ne sevindi... Oysa biz ağaç gövdelerinden salıncak yapardık, merdivenlerden kaydırak... Tornetimiz vardı bizim, sokağın bir ucundan diğerine kendimizi bıraktığımız...

“Sadık bakkal" - adı üstünde- hala yerinde ama külahta satmaz olmuş çekirdeği, çağa ayak uydurmuş belli, ambalajlı paketler almış külahların yerini...

Düştük yola, çocukluğumuza... Vardık Beypazarı’na... Evin kapısı açık yine sonuna kadar, hiç kapanmazdı ki zaten.

Ananneciğimin sesi kulağımda “Gök kızım hoşgeldin”... Köşesinde pirinç ayıklıyor yine.

Büyükbabam takmış yakın gözlüklerini gazetesini okumakta... Kaldırdı kaşlarını uçuk gülümsemesiyle uzattı elini... öpüp başıma koyayım diye... Cebinde mutlaka Ülker Napoliten çikolata, öpüp alnıma koyduğum elini öptükten sonra uzattığı... Böyleydi onun özlemini ifadesi...

Kaç çocuktuk bilmiyorum. Hiç sayılmazdı yemek öncesinde sofraya kaç tabak koyalım diye. Defalarca sofra kurulurdu herkes yiyene kadar. Masaya ilk oturanla son oturan grup arasında bir öğün bile geçerdi de kimse şikayet etmezdi o günlerde... Şimdi öyle mi?

Evin girişinde aynanın kenarına anneciğimin iliştirdiği büyükbabamın el yazısıyla vasiyeti...

“evlatlarım” diye başlayan... “birbirinizle husumet, kırgınlık yaşamayın...” diye devam eden, “eşime, çocuklarıma, damatlarıma ve torunlarıma hakkım helal olsun” diye biten... beni de bitiren... heeey gidi Hüseyin Özkan dedirten...

Koca eve geldik işte biz. Kucağımda kızım. Yanımda eşim.

Küçük Gök kızın ve eşi, kara oğlun, diğer torunlarınla beraber... Hep sizi andık, hep sizi söyledik...

Bir yanımız eksik kaldı yine de. Cıvıltımız buruk. Keşke dedik eski gibi olsak yine, tastamam.
Ne de olsa...


Çocuklardık
parlak yıldızlardık
o zaman



nokta

Read more...

Dolo dolu haftasonu…

18 Mayıs 2009

zun uzuuun yazışmaların sonrasında Cumartesi günü blog dostlarımızla toplandık. Hande-Cem(Jim), Berna-Can, Ebru-Rima ve Serap-Kerem(her ne kadar Kerem’i tanıyamasak da) Zuzu’da beraberdik. Minikler oyun odasında çok da birbirleriyle ilgilenmeden, kendilerince takılsalar da biz anneler bir araya gelebilmenin tadını çıkardık. Birbirini tanımayan bizlerin beraberlerken konuşacak bir sürü mevzusunun olması şaşırtıyor beni... ki ben çok konuşkan değilimdir ilk tanıdığım insanlarla bir araya gelince; bundan sebep tocamın “bayan protokol” yakıştırmasına maruz kalmışlığım vardır... Yakıştırmamı kulak arkası edip sımsıcak bir sohbetin içinde buluverdim kendimi... Miniklerse hallerinden memnun ya boya derdinde, ya at tepesinde... İşte bu güzel günden, güzel bir kare...




Pazar sabahı ise kahvaltı sonrası bünyeye yerleşen n’apsak da günü değerlendirsek serzenişleri bizim de anlamadığımız bir gelişme hızıyla kendimizi Fener-Poyrazköy’de bulmamıza neden oldu.

"Meyletti yanağından ışık saçan gümüş göğüslü yare
Gönül kelebeği uçup kondu şimdi fenerden fenere"

75 metre daracık merdivenlerden tırmanarak çıktığımız fenerde gözlerimin mavisi karıştı sanki boğazın mavisine... meylettim denizin sakinliğine...

Okul öğrencilerinin şehir yakınlarında götürüldüğü gezelim-görelim turlarındaki haşarı çocuklar gibi kikirik kikirik indik Fener’den...

Lâl’in uyanmasıyla sonlanan Fener gezimiz Poyrazköy’de iyot ve yosun kokulu salaş bir balıkçı lokantasında midelere şenlik devam etti... Balık ve türevlerinden pek haz etmeyen şahsımın balıkçı lokantalarında neden mutlu olduğunu da anlamış değilim ya neyse ki kızım babasına çekmiş olsa gerek : )



Lâl’in geçtiğimiz hafta evin penceresinden bakarken gördüğü ve tanıştığı uçurtma ise hepimizin özlemini duyduğu bir aktiviteymiş meğer. Baba, dayı, dia, tertan ve filiz teyze sahilde çocukluklarına dönerken, Lâl kavramsal olarak uçurtmayla ilgilenmiş ama kumlarda yürümeyi daha cazip bulmuştu.


Kumdan ve denizden ayrılamadık...

Read more...

Anneler günü @Sapanca

14 Mayıs 2009

Bir demet papatya sen tarafından seçilen
Bir çığlık “anneye hüpyiiis yaptıım beeen”
Bir anne otel balkonundan yarı belinde sarkan, böbür böbür [o papatyaları kucağında taşıyan var ya, işte o benim kızım]
Bir baba en incesinden
Bir anneler günü ilk sen’den




Raporlu yattığım günlerin acısını çıkarırcasına, kendime yaptığım bakım kürlerinden sonra neredeyse tocanın vetosuna uğramak üzere olan Sapanca kaçamağımızı gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Sonunda gezmek var ya, vetoyu yememek için ilaçlarımı dakikası dakikasına aldım, iki gün yattım, üç öğün yemeğimi yedim, ne yalan söyleyim ağır ablalar gibi sabah uyanınca ilk iş şalımı bile attım omuzuma...

Sapanca’da Ela’larla buluşup otelimize yerleştikten sonra attık kendimizi göl kenarına...

Ördekleri besledik, serçelerle şakıdık, çiçekleri kokladık...








Kah bıcırıkları iskele üstünde yakaladık... kah attık kendimizi salıncaktaki esintiye...

Babamızın kulağına [hapşuuuu] yapıp, sadece kendimizin eğlendiği ve bildiği bir oyun yarattık...



Top oynadık... yuvarlandık...



Puset ve şapka krizi yaşadık ama uzlaştık...

Pipetle meyve suyu içmeyi öğrendik (bknz: üzerindeki lekeler), kaykayda kay-a-madan dikildik...

En kötü günümüz böyle olsun dedik...



Veee buz dağının arkası

İlk defa kendi yaşıtından biriyle bu kadar uzun zaman geçiren miniklerin kriz anları da olmadı değil.

Ela neredeyse hiç yemek yemedi, ilk gittiğimiz gece hiç uyumadı.

Lâl “evimise gidelim yataaamda uyumak istedim ben” diye tutturdu.

Ela göle düşme tehlikesi atlattı, iplerde asılı kaldı. Duyarsız halkımız benim çığlıklarım karşısında değerli totolarını kımıldatmadı bile.

Yemeğe gittiğimiz akşam Lâl pusetini Ela’yla paylaşmak istemedi. Yaygara yapan Ela’yı yatıştırmaya çalışan Selda’nın tahammül sınırları zorlanmaya başlayınca Ela’yı dışarı çıkarıp oyaladım biraz. Yerimizde döndüğümüzde Lâl bana yapıştı, [Lâl de ağliiyoo anne] ... Buradaki –de takısının önemi büyük. Sadece [Lal ağlıyor] demiş olsaydı sıradan bir ağlama olduğunu düşünecektim. –de kullanarak, Ela ağladığı için onunla ilgilendiğimi düşünen bıcır kendisi de aynı taktikle ilgi toplayacağını anlamıştı.

Komşunun tavuğu komşuya kaz misali; Ela, neredeyse aynı şapkadan kendinde olduğu halde ısrarla Lâl’inkini takmak istedi, Lâl vermedi, Ela ağladı, Lâl ağladı... Uzun süre yatışmadılar... Öyle ki Lâl uyukusunda [O Lâl’in] diye sayıkladı.

Otelden ayrılma saatimiz Lâl’in uyuku saatine denk geldiği için Lâl’i yatağından ayıramadık. [Buydaa uyumak istedim ben] isteğine karşılık, babasının [Lâl biz gidiyoruz, sen arkamızdan otobüsle gelirsin artık] açıklamasına el sallayarak [hoçççakalııın] dedi : ) maalesef cikletle kandırma yoluna giderek odadan ayırabildik.

Read more...

Bugün

8 Mayıs 2009

Bugün anne-yarısı'nın noungünü.

Lâl, teyzesini telefonda tebrik eder [İykiii dooodun Ayçe Laaal]

N'apsın, kısa süre önce ona verilen bilgi bu kadardı :))

Canım, mutlu seneler. Hayatında hep dolphinli hüpyisler olsun :)

Read more...

Keyf-i hallerimiz

6 Mayıs 2009

Dört gün tatil, bloggerların buluşma programı, tül-perdeler de çok kirlenmiş hazır evdeyken yıkanmalı, misafir ağırlanmalı, yağışlı haftasonu haberleri, blogger programının iptali, kendimi iyi hissetmiyorum vitamine mi başlasam, dur kızım asılma, zeytinyağlı barbunya, fırında çipura, otrivine, tamam Lal’cim parka da gidelim, öküzgözü-boğazkere, kahvaltıda dia’ya, calcium-sandoz, derbi izlenmeden hafta bitmez, yorgun hissediyorum, süpriiiz biz geldiiik, selpak getirsene, ıhlamur da pek sevmem ama, evet biraz üşüttüm galiba, Lâl’cim baban şehirdışına çıktı ya bugün hüpyis getiremeyecek, doktora mı? ne gerek var, aspirin plus c, yok hala iyi değilim sanki dayak yedim, peki gideyim, öhööö öhööö, akciğer filmi, rapor, zatürre başlangıcı, bir torba dolusu antibiyotik, terazi lastik jimnastik : )

Read more...

Diyaloglar

30 Nisan 2009

Akşam arabada giderken Aydede’yi görür.
[Annee, aydede gördüm ben]
[Evet Lâl’cim, aydede hava kararınca çıkıyor ya...]
[Alalım]
[Alınmaz ki aydede annecim, çoook yüksekte]
[Kim koydu aydedeyi oyaya?]
[?!!]
---------------------------------------------------------
Banyoda saç köpüğüyle saçlarımı düzeltirken ellerini uzatır
[Lâl de yapsın]
[Çocukların saçına köpük yapılmaz annecim, büyükler yapar sadece]
[Büyüdüm ben]
[?!!]
---------------------------------------------------------
Doğumgünü videosunu izlerken
[Heeey Lâl’in doungünü, biysüyü hüpyis vay]
[Evet annecim, ne güzeldi dimi]
[Yine gidelim]
[?!!]
---------------------------------------------------------
Evin penceresinden karşı parktaki salıncakta ayakta sallanan bir çocuk görür
[Annne abi sallaniyoo]
[Evet tatlım... da sen nasıl gördün onu buradan Lâl aferin sana]
[Ayakta sallanilmaaaas]
[Evet annecim çok tehlikeli, sakın sen ablayla parka gittiğinde salıncaktan kalkma olur mu?]
[Oluuuy. Ayakta sallanılmaaas, düşebiliiiy, dokdoka gidey, dokdok toka takaaay]
İçses: Unutmamış atılan dikişleri :(

Read more...

İ K İ

24 Nisan 2009



Bir anne ve babayı bundan daha mutlu eden ne olabilir?

Çok şey.

Anne ve baba olmanın en güzel tarafı bu olsa gerek; arkası gelmeyen mutluluklar, sevinç gözyaşları ve “börtdeeey” diye oralıkta dolaşan bir yer fıstığı…

İ Y İ  K İ  D O Ğ D U N  A Y Ş E  L Â L.

2 günden beridir bir sulugözlük virüsü yapıştı üzerime gitmiyor... Mutluluktan mı, mutluluğumuzu bizimle paylaşan dostlarımıza duyduğumuz şükrandan mı, anneliğime inanamaktan mı, "iyi doğduuun" nidalarının hala kulağımda çınlamasından mı, yer fıstığının gülen gözlerinden mi yoksa tocamın [yahu sen bu kızın müsameresini, mezuniyetini nasıl izleyeceksin] içerikli manidar konuşmalarından mı bilemiyorum??

İyisi mi ben susayım an'lar konuşsun.


Lâl'în en sevdiği çizgi karakterler Buggs Buny pastamızı süsledi.



Didem'cim enfes kurabiyelerin için çok teşekkürler, ellerine sağlık... Başta kimseler kıyıp yiyemedi ama lezzetine dayanmaları uzun sürmedi : )

Toca, Tertan, Dayi ve Dia... Değerli balon şişirme katkılarınız için teşekkürler : )


Anne-kız bir resmimiz olmasın mı?


Riders Club için ilk girişimi, tabii ki kanka hala'dan : )




M U T L U Y I L L A R...

Read more...

2′ye 1 kala

22 Nisan 2009


Canım bebeğim,
Bu sabah üşümüş ayaklarını avuç içlerimde ısıttık ya, sokuldun ya bana öyle... sımsıcak... baktın ya gözlerimin en derinine bırakma dercesine... büyüttün bizleri sen.

Başarılarından mutlu olmayı, paylaşmayı, kaybetmeyi öğrenmeyi, okumayı, arıların nasıl bal yaptığını, “seni seviyorum” diyebilmeyi, şaşırtmayı, yıldızların altında uyumayı, çiçek dikmeyi, acı çekmeden olgunlaşamayacağını öğreneceğimiz nice yıllarımız olacak seninle...

baban ve ben seni çok seviyoruz birtanem.

Read more...

Ela’larda

15 Nisan 2009

“Anneee, Ela’ya başta(pasta) yapalım” diye 2 gün peşimde koşan bu minik benim kızım mıdır?
Pekiii Ela’yı görünce, uzun süren bekleyişini mahçup ve utangaç bir duruşla bacaklarımın arkasına saklanarak gizleyen bu minik benim kızım mıydı?
Ya ayrılma vakti geldiğinde “Lâl gitme Ela’da kal” diye ağlayan kimdi?



Ziyaretimizden bir gün önce Lâl gelecek diye yerleri temizleyip annesine yardım eden bu minik Ela’mıdır?
Kendisini Lâl’den oldukça büyük sanarak sarıp sarmalayan, kollayan, elini bir dakika olsun bırakmayan Ela’mıydı?
“Gökşeeenciiim, Lâl kakasını yapıyoo galiba” diye bana haber uçuran kimdi?

Pekiiii... Bu resimdeki sen misin Selda’cım? : )

“Ali Baba’nın bir çiftliği vaaaar” şarkısında kendimizi kaybedip dans eden bizler miydik?

Minikler büyüyor, biz çocuklaşıyoruz...

Babalarsa hep aynı galiba ...



Güne dair not: Ela’yi ziyaretimizden sonra Lâl bana anne demiyor. Güşkeeeen diye sesleniyor :)

Read more...