Dört dörtlük pazar

4 Ekim 2010

Salondaki kanepede uzanmıştım.

Sezonun ilk mandalinasını yiyordu o sırada.

Mandalinaın üzerindeki beyaz ipçikleri sabırla temizleyip, mandalinayı burnunun ucuna kadar götürüp şaşı bakacak kadar mandalinanın temizliğinden emin olmadan yemiyordu.

Hoşuma gitti.

Ben hiçbir meyveyi yemek için bu sabrı göstermezdim diye düşündüm içimden.

Bir tutam saçı döküldü yanağına.

Sağ elinin serçe parmağıyla, nazikçe saçını kulağının arkasına attı.

Bu da hoşuma gitti.

İleride, belki bir genç kız olduğunda da bu kadar zarif davranacak mı acaba diye düşündüm içimden.

Zaten benim zaman sorunum var diye düşündüm sonra.

Ya çok geçmişdi düşünülen.

Ya da çok seneler sonrası.

Neden bu anı yaşamıyorsun diye içsesimle konuştum.

Koltuk altımda sallandı.

Bana öyle geliyor olmalıydı.

Aklıma geldiği gibi olmamalıydı.

Ama aklıma geldiği gibiydi.

Onbir sene önce İzmit sınırları içerisinde de yaşamamış mıydım bunu?

Aklıma geldiği gibiydi işte… Ve biz evde yalnızdık.

Koştum yanına.

Vücudunu bana çevirip yüzünü sıkıca karnıma bastırdım… ve bekledim.

Hiçbir şey düşünemedim.

Çok sıkmış olmalıyım.

Geri çekti kendini.

Yüzünü yüzüme doğru kaldırdı.

[Çok mu seviyorsun beni?] dedi.

Çok dedim.

Kalbim pır pır.

Onbir sene önce annemin yattığımız odaya koşması gibi.

Yine geçmişi düşündüm.

2 yorum:

Hande 5 Ekim 2010 09:51  

Nasıl güzel anlatmışsın....

Adsız,  5 Ekim 2010 15:51  

Çok annece anlatmışsın. Mutluluğunuz daim olsun.

Yorum Gönder