Babalar ve kızları…

26 Kasım 2010

Çalışan bir anne için, henüz mesai bitmemişken baba kişisinden telefon alıp babanın evde olduğunu ve yemeği hazırlayacağını söylemesi kadar gurur verici bir şey var mı?

Dikkat ederseniz sevgili okur gurur verici dedim, sevindirici demedim. Gurur veriyor çünkü bizim er kişisi de benim büyük oğlum sayılır. Demek evde hayta bir yer fısıtığıyla baş başa akşam yemeğini hazırlayacak kadar kendine güveni gelmiş er kişimizin. Aman ne mutlu ne mutlu bana.
Gişelerde önümden bekleyen otuz iki sıra aracın sonunda sıramı beklemek, hatta bu araçlardan bazılarının kgs'lerinin bitmiş olduğunu kartlarını bipletirken farkedip sıra sıra tüm araçlara elinde biten kartını gösterip bir geçişlik ücreti mukabilinde bir bip dilenmeleri bile bozamaz artık benim moralimi. Beklerim sıramı, kartımı bipletir geçerim... Klasik tıkanma noktalarında yarım debriyaj dur kalk reflekslerimle varırım evime… Kapıyı aşağıdan çalmak ve [kim yoo] sesi ne kadar huzur vericidir benim için… Apartmana girerim… asansörden inen komşumuza iyi akşamlar deme nezaketini bile gösterebiliyorumdur artık. Kaba biri değilim sevgili okur ama nedense akşamları eve hep telaşla ve yetişme kaygısıyla girdiğim için fark etmem etrafımdaki insanları çoğunlukla. Ama bu akşam farklıdır… Evde her şey hazır beni beklemektedir. En önemlisi Lâl’in yanında yardımcımız değil babası vardır ve telaşa hiç mahal yoktur.

Kapıyı aşağıdan çalarım ya yukarı çıktığımda kapı aralık beni beklemektedirler biliyorum. Bizim yer fıstığı kesin kapının arkasına saklanmıştır ve bana [aa ama lâl yok ki, az önce aşağı indi görmedin mi] oyunu oynayacaklar ve bizim bücür daha cümlenin sonunu beklemeden heyecandan kapının arkasında saklandığı yerden çıkıp [buydayııım, şaka yaptım] diye bağıracaktır.

Öyle olmadı işte.

Baba kız beni karşılarında görünce garip bir hareketle diz kapaklarının hizasına eğilirler. Ellerini aşağıdan yukarı yavaş yavaş ve parmak uçları avuç içlerine bakacak şekilde yarım kırılmış, tırnakları pençe gibi yapılmış böğğğğ diye bir ses çıkarırlar. Aynı hareketi tekrar edereler... böğğğğğ!!? O nedir öyle anlayamadım derim. [hayayet olduk biz anne] der bizimki.
Baba kişisi anlar... benim suratım düşer hemen beklemediğim durumlarda… kem küm hık mık biz oyun oynuyorduk da diyiverir. Bizim bücür [hadi babajım hayayetis biz oyunumuza devam edelim] der ve bunu fırsat bilen baba arkasına bakmadan içeri kaçar. Tamam babasının bebeklerle oynamasını beklemiyordum ama bu kadarını da düşünmemiştim.
Neyse dedim, oyunun içeriğini Lâl uyuduktan sonra gözden geçiririz… Bizimkiler arkasını dönmüş koşarcasına pençeleriyle birbirlerine oyun yapıyorlarken mutfağa girdim. Bizim mutfağa bomba atmışlar yahu, sabah bıraktığımda böyle değildi… Tezgahın üzerine  dört farklı tabak çıkarılmış, sanki bir kaşık yemek konmuş, olmamış diğer tabak denenmiş, olmamış diğeri denenmiş… derken dördüncü tabak epey kirli belli onda yemek yeme kararı verilmiş…. Sanırsınız birinci kolorduya yemek verilmiş bizim evde. Tabaklar dizi dizi… Ocağın üzerinde tuz taneleri, pardon tane değil onlar, bir paket tuz boca mı edilmiş nedir? Yine tuz kullanırken yüksek uçuş yapılmış… Lavabonun içinde de yemek tabakları var, hem de içlerinde peçeteleriyle duruyorlar, musluk açılmış üzerine, peçeteler salçalı olduğunu tahmin ettiğim yemek tabağında turuncumsu bir renk almış… Görmemeye çalışıp bir tabak yemek ve tepsi eşliğinde salona giriyorum.

Kanepenin üzerinde mandal sepeti, yanında tavla… Sehpanın üzerinde aktivite örtüsü serili... Örtünün üzerinde kurumuş hamur parçaları, suluboya lekeleri ve makarna taneleri… Masa örtüsü niyetine aktivite örtüsü kullanılmış hey haaat! Tekli koltuğun üzerinde ise şişirilmiş bir can yeleği… yanında çamaşır dolabımdan araklanmış lavanta kesesi… Yere kayıyor gözüm... Seramik bardak altlarım yan yana dizilmiş yerde duruyorlar. Bu sırada Lâl koşarak içeri giriyor, benim seramiklerin üzerinden atlayarak salonun diğer duvarına koşuyor, geri dönüp tekrar atlayarak karşı duvara uçuyor ve bunu en az yirmi defa tekrar ediyor…
Kafamı tülbentle sıktırıp, elim belimde Nevra Serezli modeli bağırmak istiyorum…

Bunca anlamsız obje bir aradayken nasıl bir oyun kurdular acaba çok merak ediyorum sevgili okur.

Mesela gemicilik oynuyor olabilirler. Gemide havuza girdiler, nemli havlularını kamaranın balkonuna astılar, (kamara ve ipte serili çamaşırı mandalla tutturmak biraz iğreti durdu sanki?) Gemide yemek yediler, sonrasında iki el tavla atalım dediler herhalde... Gemi su alıp batmaya başlamış olmalı ki can yeleğini getirmişler. Yerdeki seramik bardak altları da can simidi olsa gerek…

Lavanta kesesini oyunun neresinde kullandıklarını anlayamadım yalnız? Ve bir de bu oyundan hayalet oyununa nasıl geçtiklerini...?

Bu yazı bizim evin delisini resmetmeden bitmez ama dimi? Bitmez, bitemez :)


Evin diğer delisi  günümü adliyede sonlandırmak istemediğim için yayınlanmamaktadır  :-)

9 yorum:

Müge 26 Kasım 2010 12:46  

Gökşennn.. bu kargaşana gülmek istemezdim ama öyle güzel anlatmışsın ki..
Öte yandan da bu süreçleri geçirmiş, hâlâ çalışan ve halden anlayan 2 çocuklu bir anne olarak, "eyvah eyvah" ya da "off ya, er kişilerin antrenörlüğündeki ev ve çocuk faaliyetleri böyle olur zaten" diyerek, yüzüm buruşarak okudum.
Eleştirsen ve desen ki "ne bu evin hali ey er kişi?", o da "buldun da bunuyorsun ey hatun kişi" diyecek olabilir.. Onaylasan bir türlü, yersen bir türlü.

İkisinin de sağlıklı ve mutlu olduklarına şükredip, aslında işin özünde seni mutlu etmek yattığını düşünüp, her zamanki gibi melek yönünle uyuduğuna eminim :)
Kolay gelsin, inan geçiyor hepsi ve neredeyse bu telaşlar zor hatırlanır oluyor.

Gökşen 26 Kasım 2010 12:59  

Müge, işin garibi evet ben de gülümseyebiliyorum dün akşam yaşadıklarımı hatırladıkça. Bu sahnenin iki çocukla yaşandığını ise hayal bile edemiyorum... Kafamda huniyle kendimi atardım sokaklara herhalde :-)

Müge 26 Kasım 2010 13:05  

Atmazdın, atmıyorsun ama ne yazık ki, yıllara uzanan bir yorgunluk oluşuyor. Bu telaşları atlattıktan sonraki birkaç yıl kendime geri dönmeye çalışarak geçmişti. Annelik en aşırı uçların yaşandığı bir delilik hali ve dünyanın en güzel deliliği.
Bak şimdi benimkiler delikanlı ve genç kız oldular. Ay nasıl tatlılar! Lâl'ciğim de öyle olunca, değdiğini çok daha iyi anlayacaksın.
:)

Gökşen 26 Kasım 2010 14:01  

Senden aldığım teselli ve moralle haftasonuna zımba gibi gireceğim, yaşasın anne olmak :-) Bu arada Lâl'in adını ilk defa şapkalı a ile yazan yorum bırakanlardan olduğun için ayrıca teşekkür ediyorum sana :-)

Müge 26 Kasım 2010 14:05  

Daraldın mı, ben yanındayım,merak etme ;)

Aaa valla çok dikkat ederim!!
Lâl
Lâl
Lâl
Lâl
Lâl
Ama adının anlamı gibi sessiz bir kız olmadığı çok belli.. Allah bağışlasın. Öp onu benim için :)

Adsız,  26 Kasım 2010 17:24  

Savaş!
:))
Bu kadar sakin nasıl anlatabiliyrsun bunlar böyle :)
ya sen sinirlerini aldırdın ya da benim eşim kadın değil canavar..bunların yarısını yapsak 3 gün söylenir :)

Gökşen 26 Kasım 2010 17:40  

Syrakusa, yorumunu okurken tel geldi. eve gidip yemek yapacakmış yine. bugün aslında dün müydü? :))

eşine haksızlık etme, bu da kadın dayanışması :))

Berna 27 Kasım 2010 00:17  

Hiii, 2 gün üstüste! Ara verselerdi bari :))) Bizde baba-kız günleri dışarıda olur, e malum bende evdeyim, bu nedenle evi bu hale getirirlerse bile ben yanlarında olup kontrol altına alabiliyorum :) Sana kolaylıklar dilerim :)
Sevgiler...

Gökşen 27 Kasım 2010 18:45  

Berna, ara yok tam gaz devam :)
teşekkürler.

Yorum Gönder